Hukuk ve İnsan Hakları Nedir?
İnsan toplu yaşamak zorunda olan sosyal bir varlıktır. Bu itibarla toplumsal münasebetleri düzenleyecek bir nizama ihtiyaç vardır. Toplum hayatını düzenleyen ve devlet müeyyidesi ile kuvvetlendirilmiş olan kaidelerin bütününe hukuk denir. Hukukun insanlara tanıdığı menfaate ve salahiyete hak denir. Herkese tanınması gereken temel hak ve hürriyetler için de‘’İnsan Hakları’’ tabiri kullanılmaktadır.
İnsan Hakları: Diline, dinine, ırkına, cinsiyetine, milliyetine, sosyal statüsüne, ve rengine bakılmaksızın insana insan olduğu için tanınan hakların genel adıdır.(TDV İslam Ans., İnsan Hakları, Maddesi)
“Kuran’da, hadislerde ve diğer İslami kaynaklarda hak kelimesi “korunması, gözetilmesi ya da sahibine ödenmesi gerekli olan maddi ve manevi imkan pay eşya ve menfaatler; görev sorumluluk borç gibi anlamlarda da kullanılmıştır”. (TDV İslam Ansiklopedisi, Hak Maddesi 15.cilt s.138)
Rabbimiz ‘Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık. Birbirinizi tanıyabilmeniz için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerliniz en müttaki olanınızdır.’(Hucurat, 49/13) buyurmaktadır.
Veda Hutbesi’nde de Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuşlardır:
‘’Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Dikkat edin, hiçbir Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a, hiçbir beyazın zenciye, zencinin de beyaza takvadan başka bir şeyle üstünlüğü yoktur. Şüphesiz Allah katında en değerliniz O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır.’ (Ahmed ibn Hanbel, Müsned, Mısır 1313, V, 411)
Peygamberimizin insanların eşitliği hususundaki hassasiyeti şu olayda açık seçik görülmektedir: Bir gün Ebu Zer, Bilal-i Habeşi’ye kızmış ve haddi aşarak ‘siyah kadının oğlu’ diye hakaret etmişti. Bilal onu Rasul-ü Ekrem’e şikayet etti. Hz. Peygamber (s.a.v) Ebu Zerr’e dedi ki:
‘Onu anasının zenci olmasıyla mı ayıpladın? Sen öyle bir adamsın ki sende hala cahiliyet kokusu var. Bak, sen takva ile daha üstün olmadığın takdirde, beyaz veya siyah derililerden daha hayırlı değilsin.’ Ebu Zer hata ettiğini anladı ve tevbe etti. Fakat bu kuru bir tevbe değildi. Yüzünü yere koydu: “Vallahi ya Rasulallah, Bilal ayağı ile yanağıma basmadıkça yüzümü yerden kaldırmam” dedi ve ısrar etti. Nihayet Bilal Ebu Zerr’in yanağına bastı ve helalleştiler.” (Ahmed ibn Hanbel, el- Müsned, Mısır 1313, V, 158)
İslam’a göre ırk, renk, makam, zenginlik, akrabalık ve dostluk ve hatta inanç farklarına bakılmaksızın herkes kanun önünde eşittir; aynı kanun bütün Müslümanlara ve bazı istisnalarıyla birlikte gayr-ı müslimlere tatbik edilir. (H. Karaman, Muk. İsl. Huk. I-III, İst, 1974-1987. I, 112)
"Mahzum kabilesinden hırsızlık eden Fatıma bintü Esved adlı itibarlı bir kadına ceza tatbiki Kureyş’in ağırına gidiyordu. Bu cezayı affetmesi için Hz. Peygamber’e çok sevdiği Üsame b. Zeyd’i şefaatçi olarak gönderdiler. Hz. Peygamber iltiması kabul etmedi. Kalktı ve şunları söyledi: “Sizden öncekilerin mahvolmalarının sebebi şudur: İçlerinden şerefli bir kimse çalınca onu bırakır, zayıf birisi çalınca onu cezalandırırlardı. Allah’a yemin ederim ki Muhammed’in kızı Fatıma bile hırsızlık yapsa elini keserdim.”(Müslim, Hudud 2)
“Ey iman edenler! Allah için adaleti ayakta tutan, doğru şahitler olun. Bir kavme düşmanlığınız sizi asla adaletten ayırmasın. Adil olun, bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’tan sakının, doğrusu Allah işlediklerinizden haberdardır.”(Maide, 5/8) ayeti konuya yeterince ışık tutmaktadır.
Kuran-ı Kerim ve sünnet insanın temel haklarını korumaya yönelik hükümler içerir:
Bunlar, adam öldürmek (Maide 5/32 Bakara, 2/84, Furkan, 25/68) hırsızlık yapmak (Maide 5/38-39) zina ve fuhuş yapmak (En’am 6/151, Araf 7/28 Nisa 4/15,25)İftira (Nisa 44/114 Nur 24/4,23,24) Gıybet(Hucurat 49/12, Hümeze 104/1) İçki(Bakara 2/219 Maide 5/90-91) İkrah(Bakara 2/256 Yunus 10/99, Yusuf; 22/103) gibi insanın maddi ve manevi kişiliğine tecavüz niteliği taşıyan tüm eylemler yasaklanmıştır. Bununla beraber ayet ve hadislerden de “Allah hakkı, Peygamber hakkı, İslam’ın hakkı, din kardeşliği hakkı, ana-baba hakkı, evlat hakkı, arkadaşlık hakkı, dostluk hakkı, müslümanın müslüman üzerindeki hakkı, akraba hakkı, komşuluk hakkı, koca hakkı, zevce hakkı, misafir hakkı, yolculuk hakkı, mal hakkı, hayvanların hakkı, v.b.” her türlü haklardan bahsedilmiş, bu haklara rivayet edilmesini yüce Allah, tüm müslümanlardan istemiştir. Ayrıca insanın kendi bedeni ve organları üzerindeki haklarından da bahsederek kendine zarar vermeyi ve de intiharı dinimiz yasaklamıştır.
Her insan bütün haklardan ve hürriyetlerden istifade eder. İslam der ki: ’’vatandaşlar, can, mal, namus himayesi, fikir, vicdan, ibadet, seyahat, toplanma ve kazanç için teşebbüs hürriyeti, sosyal kuruluş ve müesseselerden faydalanma ve yükselmede fırsat eşitliği gibi bütün haklardan -kanunun çizdiği hudud içinde- istifade ederler (Hayreddin Karaman, Muk. İsl. Huk. I, 72) ki bunların en önemlilerinden birisi de yaşama hakkıdır. Bunlara "Zaruriyyat-ı Hamse" de denir ki, şunlardır:
1- Din Emniyeti 2- Can Emniyeti
3- Akıl Emniyeti 4- Mal Emniyeti
5- Nesil (Irz) Emniyeti
Allah’ın verdiği canı almaya kimsenin hakkı yoktur.
Bir ayet ve hadis sanırım bu konuda ufkumuzun genişlemesine vesile olur.
“Kim bir mü’mini kasden öldürürse cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, lanetlemiş ve büyük bir azap hazırlamıştır.”(Nisa, 4/93)
Büreyde (r.a) anlatıyor: "Rasulullah (a.s) buyurdular ki:
"Müminin öldürülmesi, Allah katında dünyanın yıkımından daha büyük (bir hâdise)dir." [Nesâî, Tahrim 2, (7, 83).]
Hürriyet, varken kıymeti tam anlaşılamayan temel bir haktır. İnsan için hür olmak asıldır. Dinimiz başkalarının hak ve hürriyetlerine tecavüz etmemek kaydıyla insanlara din ve dünya işlerinde hür iradesiyle serbest hareket imkanı sağlamış, şahsi hürriyet İslam’da en geniş manasıyla tanınmıştır. Bir kimsenin hayat ve şahsiyetine tecavüz zulümdür.
İnsan haklarından birisi de inanç ve ibadet hürriyetidir.
Herkes kendi iradesiyle dinini seçer ve yaşar. Kimse, din seçmeye veya değiştirmeye zorlanamaz. Bu konudaki usul şöyledir:
“Dinde zorlama yoktur; artık doğru eğriden ayrılmıştır.” (Bakara, 2/256)
Bunlardan başka; düşünce ve söz hürriyeti, iş ve meslek hürriyeti, seyahat hürriyeti, mülkiyet hakkı, can, mal, mesken ve özel hayatın dokunulmazlığı, evlenme hakkı, kadın hakları, sosyal güvenlik hakkı gibi akla gelebilecek pek çok konuda islamın söyleyecek sözü, verilecek hakkı vardır. İslami terbiye ile yetişmiş, islamı özümsemiş bir toplumda insan hak ve hürriyetleri ihlal edilemez; çünkü din gününün sahibi’nden korkulur. Her hakkın kıyamet gününde sahibine teslim edileceği, hatta boynuzlu koyundan boynuzsuz koyunun öcünün alınacağı bilinir. (Müslim, Birr, 15)
Kulluk da böyle yapılır, devlet adamlığı da bu şuurla icra edilir.
“Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu,
Gelir de adl-i İlahi sorar Ömer’den onu!” (M. Akif ERSOY )
Kul Hakkı Helalleşmedikçe Bağışlanmaz:
Ebu Hureyre (r.a) den Rasulullah (s.a.v) efendimiz şöyle buyurmuştur: "Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona hıyanet etmez, onu yalanlamaz, onu utandırmaz. Her müslümanın diğer müslümana, ırzı, mal, kanı haramdır. Takva işte buradadır. Bir kimseye, şer olarak, müslüman kardeşini hor görmesi kafidir." (Tirmizi, Birr, 1850)
Kul hakkının helalleşmedikçe bağışlanmayacağı konusunda Hz. Peygamber efendimiz de şöyle buyuruyor:
“Kim bir kimsenin haysiyetine koruması altındaki bir şeye haksızlık etmiş ise ne dinar ne de dirhemin olduğu bir günden önce, onunla helalleşsin (Değilse o gün) salih ameli varsa yaptığı haksızlık kadar ondan alınır, eğer sevapları yoksa hak sahibinin günahlarından alınıp ona yüklenilir” (Buhari, Rikak, 6053)
Vedâ Hutbesi’nde diğer konular yanında, özellikle fert ve toplum hayatında son derece önemi olan şu hususlara dikkat çekilmiştir:
1- Herkesin can, mal ve namusu tecâvüzden korunmuştur.
2- Kimsenin, kimseye zarar vermeye hakkı yoktur.
3- Bütün müslümanlar kardeştir.
4- Bütün borçlar iâde edilecek ve borç olarak alınanın dışında bir fazlalık (fâiz) ödenmeyecektir.
5- Kan dâvâları ve âdâleti şahsen yerine getirmek yasaklanmıştır.
6- Kadınlar, erkeklerin hayat arkadaşlarıdır, buna göre onlara iyi muâmele edilmesi emredilmiş, onların da tıpkı erkekler gibi mal ve mülke şahsî tasarruf hakları olduğu öngörülmüştür.
7- İnsanların ırk ve renk farkı gözetilmeksizin birbirine eşit oldukları belirtilmiştir.
8- Aile ve toplum hayatına zarar veren zina vb. davranışlar yasaklanmıştır.
9- Kur’an-ı Kerim’in, insanlara bir emânet olarak bırakıldığı ve sımsıkı sarılınması tavsiye edilmiştir.
10- Cahiliyyet döneminde Araplar arasında ihtilâf konusu olan gün, ay ve yıl hesaplamasına açıklık getirilmiş, çıkar için bazı ayların helâl, bazı ayların haram sayılması ve bunların yerlerinin değiştirilmesi yasaklanmış, bir yıl on iki ay olarak tespit edilmiştir. Ayrıca Mekke ve çevresinin kutsallığına işâret edilmiştir.
11- Emânetlerin, sâhiplerine mutlaka iâdesi vurgulanmıştır.
Vedâ Hutbesinin hukuk açısından insan haklarına getirdiği değerler açıktır. Dînî , ilmî, sosyal, idârî, siyâsî ve ailevî birtakım hak ve vazifeler getirmiştir. Bu hutbenin sosyolojik tarih açısından da önemi inkâr edilemez. Hz. Peygamber bu hitâbesinde cahiliyyet döneminin bütün âdet ve geleneklerini yıkmış, her biri bir devrim niteliğinde olan hak ve vazifelerle ilgili hükmünü bildirmiştir.
Bu hitabenin irad olunduğu gün, İslâmiyet, bütün kudret ve ihtişâmıyla, dünyaya hitap ediyor, cahiliyyet döneminin bütün karanlıklarıyla ve sapıklıklarıyla geçmiş ve kapanmış olduğunu bildiriyordu.
Vedâ Hutbesi, insan haklarını 632 yılında tüm dünyaya böylece ilân etmişken, bugün batılılar, insan haklarını, 19 Haziran 1215 tarihinde İngilizlerin kendileri (soyluları) için kabul ettiği Magna Charta Libertatum (Büyük Hürriyet Akitnâmesi) na kadar götürmektedir. Ancak bu sözleşme, doğrudan kral ile vatandaşlar arasında değil, kral ile vatandaşı temsilen Lordlar arasındaki birtakım hak ve yükümlülükleri ihtiva etmektedir. Daha sonra 1789 tarihli Fransız İhtilali ile birlikte insan hakları gündeme gelmiş ve insan hakları beyannamesi neşredilmiştir. Nihayet Birleşmiş Milletler 1948 yılında hazırladığı İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile nihaî şeklini almıştır. İnsan Hakları 1215 yılına kadar götürülse bile, Vedâ Hutbesi bundan 583 yıl önce, konuyu gündeme getirmiştir. Bu açıdan Veda Hutbesinin tarihi bir değeri de vardır. (Osman Eskicioğlu, İslâm Hukuku Açısından Hukuk ve İnsan Hakları, İzmir 1996, s. 255, 256, 262, 263, 265, 269, 271)
Yine Vedâ Hutbesi, geleceğin, hukuk, siyâset ve idâre dünyasının çok yönlü etki yapmış olan bir vesikadır. Bilhassa müslümanlar, hayatlarında Hz. Peygamberi kendilerine örnek kabul ettiklerinden her alanda O’nun izleri görülür. Hukukî, iktisâdî ve siyâsî alanlarda bunun örneklerini görmek mümkündür. Eğer dikkatle incelenirse; Hz. Ali’nin halife iken Mısır Valisi Mâlik b. el-Harîs el-Eşter’e yazıp gönderdiği siyâsî protokol-emirnâme Hz. Peygamber’in Vedâ Hutbesi’nden ilham alınarak hazırlanmış olduğu anlaşılır. (Ahmet Gürkan, İslâm Kültürünün Garbı Medenîleştirmesi, Ankara 1975, s. 333) (Şükrü ÖZBUĞDAY D. A. Dergi Şubat 2000)
Yorumlar
Kalan Karakter: