Edebiyat Köşesi'nin bu haftaki konuğu, Türkiye edebiyatının hasretinden prangalar eskiten şairi, Ahmed Arif... Acılarla, işkencelerle, özlem ve hasretle dolu bir yaşamda hak ve adaletin yılmaz savunucusu Arif, edebiyat tarihimizin hiç şüphesiz önemli çınarlarından biri. 21 Nisan 1927'de Diyarbakır'da doğan Arif, 2 Haziran 1991'de kalp krizinden vefat etti. Yaşamına pek çok şey sığdırdı. Bunların büyük bir bölümünü acı ve işkence oluşturuyordu. Kavuşamadığı büyük aşkına, gecenin karanlığına, mahpusluğun hissettirdiklerine, Adiloş bebeye yazdığı şiirler bugün hala kulaklarda. Öyle ki, 1968 yılında yayınlanan ve tek kitabı olan Hasretinden Prangalar Eskittim, basıldığı dönemde yarattığı yankıyı bugün hala sürdürüyor. Kelimelere kattığı anlamla hayat bulan Arif'in hayatında kısa bir yolculuğa çıkalım...
DİYARBAKIR'DA ÇOCUK OLMAK
Arif'in çocukluğu doğduğu topraklarda, Diyarbakır'da geçti. Ortaöğrenimini de burada tamamladı şair. Yaşadığı coğrafyanın da etkisiyle Arapça, Kürtçe ve Zazaca öğrendi. Öyle ki onun için iddiaya bile girilmişti. O iddiayı şu sözlerle anlatacaktı Arif, yıllar sonra; "Çok iyi hatırlıyorum. Biz oyun oynuyoruz, üç tane adam bahse girmişler. Üç adam ama, biri Arap, biri Kürt, biri de Zaza… Biri diyor ki beni göstererek “Bu çocuk Arap…” Öteki diyor ki: “Yok yahu, bu çocuk Kürt…” Üçüncüsü “Bu, ne Arap, ne de Kürt... Bu çocuk Zaza” diyor. Biz oynuyoruz, onlar konuşmalarımızı dinliyorlar herhalde… Aralarında anlaşamayınca bir esnafa soruyorlar, “Bu çocuk nedir?” diye… Beş lirasına bahse girmişler. O zaman büyük para tabii. Esnaf “Üçünüz de yanıldınız” diyor. “Bu çocuk Türk…”
ACI ÇEKMEK SEVDA GİBİDİR
Orhan Veli'den etkilenen ve Nazım Hikmet'in yolundan yürüyen Ahmed Arif, keskin ve net düşünceleri sebebiyle birçok sıkıntı yaşar. Bu sıkıntıları mahpusluk yılları takip eder. 1950-1955 yılları, hapishane yılları olur. Bu sebeple üniversite eğitimini tamamlayamaz. Arif, hapishanede gördüğü işkenceyi şu cümlelerle anlatır; "Acı çekmek de bir yerde sevda gibidir, her kula nasip olmaz. Beni her mahkeme sabahı anadan doğma soyar, giysilerimi didik didik ederlerdi." Kendisine çeyrek ekmeğin verildiği hapishaneleri Makam-ı Yusuf olarak niteler Arif.
İÇTEN GELEN DOSTLUK
Arif, haksızlıklar karşısındaki duruşuyla tanınıyordu. Dostları belki de en çok bu özelliğini seviyordu şairin. Adaletsizliğe tahammülü olmadığını da şu cümlelerle ifade ediyordu; "Şunu söyleyeyim. Çocukluğumda öyle sanıyorum ki kendim için hiç kavga etmedim. Ama arkadaşlarım için, mahalle için, okul ya da sınıfım için çok kavga ettim. Bu benim yapımdan geliyor. Yani şimdi biri sana hakaret etse, biz gazinodayız, biz bir kahvedeyiz, parktayız, en çok senin ve senden sonra en yakın arkadaşın alınması lazım değil mi? Ben bugün gelip tanışmış olsam bile seninle, senden önce o herifi parçalarım.”
ŞİİR DEMLENMELİ
Arif'i diğer şairlerden ayıran pek çok özelliği var elbette ki. Şiirlerine uygun kelimeleri bulmak için uzun dönemler beklediği bile olmuş. 'Ay Karanlık' şiirini tamamlamak için 20 yıl beklediği biliniyor. Yazının girişinde bir kısmını verdiğim şiiri okuyunca, 20 yıl beklediğine nasıl değdiğini görmemek imkansız. Peki Ahmed Arif, edebi kişiliğini nasıl tanımlıyor? Onun cümleleriyle okuyalım; "“Ben işte o yıllarda bu tarz şiirler yazdım. Biraz Nazım Hikmet, biraz Ahmet Hamdi Tanpınar, biraz Ahmet Muhip, biraz Cahit Külebi, biraz Behçet Necatigil, bunlarla beslene beslene, bunları sindire sindire, hep böyle yalpalaya yalpalaya, ama hiçbir zaman iyinin altında, yani ortaya yakın yazmayarak, kaliteli şiirler yazdım.”
Yorumlar
Kalan Karakter: