Antalya Kent Konseyi Çevre Çalışma Grubu’nca düzenlenen toplantıda maden ocaklarının neden olduğu olumsuzluklarla ilgili bir sunum yapan Türkiye Barolar Birliği Çevre ve Kent Kurulu Üyesi Tuncay Koç, 06.11.2010 gün ve 27751 Sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Madencilik Faaliyetleri Uygulama Yönetmeliği ile sit alanları, milli parklar, tabiat anıtları, tabiat koruma alanları, orman ve mera alanları ile sulak alanlarda madencilik arama ve işletme faaliyetlerinin usulleri düzenlenerek bu alanların madencilik faaliyetlerine açıldığına işaret etti.
EN AZ 1,5 MİLYON HEKTAR ORMANLIK ALAN TEHDİT ALTINDA
Bakanlığın son yıllardaki verilerine ulaşamadıkları için 2012 yılı itibariyle açıklanan rakamları veren Av. Tuncay Koç, “Bir maden ocağı için ortalama 100-200 hektarlık bir alanın tahsis edildiği düşünülürse 2011 yılı sonuna kadar yaklaşık 43 bin 500 maden ruhsatı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından verildiği bilinirse en alt durumdan dahi hesaplansa yaklaşık 4,5 milyon hektar alan maden ocaklarına tahsis edilmiş durumdadır. Bu alanın önemli bir kısmı ormanlık alandır. Ormanlık alan kısmının 1/3 olduğunu dahi kabul edersek en az 1,5 milyon hektar ormanlık alan maden ocaklarının tehdidi altındadır” dedi.
ÇED RAPORLARI GERÇEĞİ YANSITMIYOR
Av. Koç, son 10 yıldır acımasız bir biçimde doğal kaynaklar üzerindeki baskının sürekli olarak artmakta olduğunu da vurgulayarak, “Nehir ya da dere üzerine kurulan bu küçük HES’ler, bazen bir dere üzerinde birden fazla kurularak dere yataklarını kurutmakta, inşaat faaliyetleri sırasında orman dokusuna ve dere yataklarına çok büyük zararlar vermektedir. Genel bir planlamadan yoksun şekilde, DSİ ile yapılan Su Kullanım Anlaşması ve sonra EPDK’dan alınacak üretim lisansları sonrası devreye giren projelerin çoğunun Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporları gerçeği yansıtmamaktadır. Antalya bölgesinde Kumluca Alakır Nehri üzerinde 8 tane planlanmış ve bunların 5’i hayata geçirilmiştir. Yine Manavgat’ta çok sayıda HES projesi mevcutttur. 2012 rakamlarıyla toplam 56 adet HES Antalya’da planlanmıştır. Bir kısmına açılan davalar devam etmektedir. Yörede yaşayan köylüleri yok sayarak, tarım ve turizm olgusunu görmezden gelerek yapılan HES projelerinde herhangi bir çevresel ya da ekolojik kaygının olmadığını rahatlıkla gözlemliyoruz. Dışa bağımlılık olarak enerji açığını gösteren iktidarlar, şu an tarımda 18 milyar doları geçen tarım ithalatı için hiçbir şey söylemiyorlar ve proje üretmiyorlar” diye konuştu.
ANTALYA’NIN DÖRTTE BİRİ
Av. Koç, Antalya bölgesinde madencilik kapsamında verilen arama ve işletme ruhsatlarının kapsadığı alan toplamının 5 bin 498 kilometrekareyi bulduğuna da dikkat çekerek, şunları söyledi:
“Bu rakamın boyutları ise 20 bin 723 kilometrekare yüzölçümü olan Antalya’nın toplam coğrafyasının yaklaşık dörtte birinden fazla bir alana karşılık gelmektedir. Bildiğimiz kadarıyla Antalya’da verilmiş 1000’den fazla işletme ruhsatı vardır ve çoğu henüz faal değildir. Tıpkı HES’lerde olduğu gibi işletilmemektedir. Taş ocakları yakın bölgesine çıkardığı toz emisyonuyla ve gürültü nedeniyle zarar vermektedir. Çıkarma işlemi sırasında patlatılan dinamitler, yer altı suyunun yer değiştirmesine neden olmaktadır. Ayrıca yine doğal bitki örtüsü ve ormanlara zarar vermektedir.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı verilerine göre 2012 yılı sonuna kadar 42 bin 994 ÇED kararından sadece 32’si olumsuz olmuş, 39 bin 649 adet ÇED Gereki Değildir kararı verilmiştir. Bu da mevzuatınız ne kadar iyi olsa da uygulamaya niyetiniz yoksa bir yolunun bulunacağını göstermektedir. Son 10 yılda yapılan değişikliklerle orman ve milli park sınırları içinde maden ocağı ve enerji tesislerine izin verilmiştir. Tercihini maden kaynakları ve enerjiden yana kullanan iktidar, tüm insanlığın yaşam alanı için gerek ormanlık ve sulak alanları gözden çıkarmıştır. Kaldı ki maden olarak söylenen bir kısım madde eskiden taş ocakları yönetmeliğinde düzenlenen taş ve mıcır türevi inşaat sektöründe kullanılan malzemelerdir.
Korunacak en önemli doğal varlıkların başında elbet ormanlar ve sulak alanlar gelmektedir. Kesilen orman ağaçlarının yerine de yenilerini dikmek orman yaratmaya yetmez. İnsanoğlunun geleceği bozulmamış bir ekosisteme dolayısıyla orman ve akarsu sistemine bağlıdır. Bu da vahşi bir kar hırsıyla değil, akılcı bir planlamayla hareket etmeye bağlıdır.”