Günlük sorunlar, bölgesel sıkıntıların üzerine tuz biber oldu bu son olaylar.
Her yerde, hemen herkesin ana gündemi, Paris’te yaşanan katliam.
Tüm dünya ayakta, diken üzerinde.
Korku, telaş, gerginlik had safhada.
‘Şimdi ne olacak?
‘Bundan sonra nasıl olacak?’ sarmalında tüm insanlık.
…..
Yaşananlarla ilgili görüş belirtip, yorum yapmak haddimizi de, boyumuzu da aşar aşmasına da, tüm dünya insanı gibi bizim de kimyamızı bozdu bu birbiri ile bağlantı kurulmaya çalışılan iki menfur olay.
Ne yaparsanız yapın, neye ne kadar koşullanmaya çalışırsanız çalışın, bu iki korkunç olay, akılların çengeline takılıp kalıyor.
Kim ne derse, kim ne konuşursa konuşsun, büyük şok yaşanıyor.
….
Ne, Sağlık Bakanı’nın ‘müjde’ olarak algılanan çocuk yardımı.
Ne, annelere yarım gün çalışıp, tam gün ücreti verilmesi.
Ne, ‘kampus’un bir kalemde ‘külliye’ olması.
Hepsi akıllarda külliyen yok oluverdi.
Çok çok uzaklarında da olsa olup bitenler, yüreklere tedirginlik, korku sardı.
….
Nasıl bir alavere, dalavereli hesap dönüyor?
Kim, neden, kimlerin kuyusunu kazıp, bir yerlerin ekmeğine yağ sürüyor?
Şimdilik, ‘bir süreliğine’ muamma.
Asıl olan bir şey varsa, tüm insanlar ve insanlık, nefret duyguları içerisinde bir tedirginlik yaşıyor.
Psikolojik etkisi-şiddeti çok yoğun oldu.
Ekonomik boyutu işin cabası.
Turizm şehri Antalya’ya gelmek için yapılan bir çok ön rezervasyon sıkıntıya girdi.
‘İptaller olur’ tedirginliğinde bir çok turizmci.
….
Bu hunharca katliamların faturası insanlar kadar, ülkelere de çıkacak gibi.
İz bırakıp, yürekleri kanatıp, vicdanları sızlatsa da, bir süre sonra ekonomik faturası da ‘korkunun dağları beklemesi’ gibi astronomik olacak.
Dileğimiz, insani ve ekonomik faturasının ülkemizi teğet geçmesi.
Dileğimiz, bize çıkacak faturası, duyduğumuz acı ve yürek yangını ile kalır.
Ve de dileğimiz, böylesi vahşeti yaratan ana unsurların yok edilmesi için, duyulan ortak acı kadar yoğun kader ve işbirliği yapılması.
….
Özetle:
‘Bana değmeyen yılan bin yaşasın’ düşüncesiyle, olup bitenleri, aksiyon filmi gibi izleyenlerin sayısı, tehlikenin boyutu büyüdükçe azaldı.
Kafasını kaldırır kaldırmaz, yaşadığı yörede her üç kişiden birinin Suriyeli mülteci olduğunu görüyor.
Komşu devletlerin birbirini boğazlayarak, devletlikten çıkıp, çetelerce bölüşüldüğüne tanık oluyor.
Barış sürecinin ne getirip, götürdüğünün, nelere mal olacağının ayırtına varmaya çalışılıyor.
Tüm bu belirsizlik ortam içinden, ‘nasıl geçineceği’ kaygısından çok, ‘Ne oluyor?’un yanıtı aranır oldu.
Anarşi ve terörün, oturmuş devletlerin kimyasını bozduğunu, yaşanan ani şoktan nasıl panikleyip, afalladıkları ayırtına daha çok varılmaya başlandı.
Anlayacağınız, sıranın kendisine geldiğinde aklı başına gelen, ama geç kalan papazın hikayesinin bir benzeri yaşanır oldu.
Kafaları kuma gömülü olanların da gözleri fal taşı gibi açıldı.
Yadsınmaz gerçek;
‘Charlie Hebdo infazı’nın etkisi, 11 Eylül’den daha dehşet verici oldu.
Dileğimiz, böyle bir vahşetin ne ülkemizde ve ne de bir başka ülkede yaşanmaması.
Yorumlar
Kalan Karakter: