Türkiye edebiyatında, her ne kadar yaşadığı zamanda ünü az olsa da, önemli bir yer tutan Sait Faik Abasıyanık, kimi kaynaklara göre 18 Kasım'da, kimi kaynaklara göre ise 23 Kasım 1906 tarihinde dünyaya geldi. Adapazarı'nda doğan Sait Faik, şiir ve öyküyle öğrencilik yıllarında ilgilenmeye başladı. Bursa'da gördüğü eğitimi sırasında öyküler yazmaya başlayan Sait Faik'in ilk öyküsü 1929'da Milliyet'te yayınlandı. Lise öğreniminden sonra ekonomi eğitimi almak için Lozan'a giden Sait Faik, kısa bir süre sonra Fransa'ya geçti. Eğitimini tamamlayamadığı için babası tarafından ülkeye geri çağrıldı. 1933'te döndüğü Türkiye'de önce Türkçe öğretmenliğini ardından da ticareti denedi ancak ikisini de yapamadı. Sait Faik'te kimsenin anlamadığı bir şey vardı; özgür olmalıydı!
DÖNEMİN EDEBİ ANLAYIŞI
Sait Faik'in öykü ve şiirle ilgilenmeye başladığı yıllarda çok yönlü bir edebi anlayış bulunuyordu. Bir yanda Ömer Seyfettin'in öyküleri milli bir anlayış ortaya koyuyor, diğer yanda Sabahattin Ali'nin gerçekçi eserleri elden ele dolaşıyordu. Böyle bir ortamda kendine özgü bir tarz yaratma yoluna giden Sait Faik'in, elbette dönemin edebi anlayışından etkilenmediğini söylemek yanlış olur. Gözlem yeteneğiyle eserlerine bir derinlik katan Sait Faik, 'evrensel insan' yaratma çabasındaydı. Eserleri dönemin Varlık, Yaşam, Uyanış, Yeni Ses gibi dergilerinde yayınlanan Sait Faik, her ne kadar çok olmasa da, artık tanınmaya başlamıştı.
ÖZGÜRLÜK VE YALNIZLIK
Yazının başında da söylediğim gibi, Sait Faik'in özgürlük ve yalnızlığa olan aşkını eserlerinde görmek mümkün. Bu nedenle okulu tamamlayamadığı, öğretmenlik ve ticaret yapmayı bıraktığını söylemek yanlış var. Öyle ki son denediği iş olan ticaretin ardından Sait Faik bir daha çalışmadı. Babasından kalan mirasla yaşamını sürdüren Sait Faik, eserler üretmeye devam etti. İnsanlığın bunalımlarını, acılarını, yalnızlıklarını eserlerinin merkezine yerleştirdi.
ŞİİRSEL ÖYKÜLER
Hem şiirle hem de öyküyle ilgilenen Sait Faik, bir süre sonra kendine has bir tarz yaratarak öykülerinde şiirsellik kullanmaya başladı. 'Lüzumsuz Adam', 'Mahalle Kahvesi' gibi eserlerinde kullandığı şiirsel dil, bu eserlere farklı bir boyut kazandırdı. 'Alemdağda Var Bir Yılan' eserinde gerçeküstü hikayeciliği denedi. Yaşam sevinci üzerine de eserler yazan Sait Faik, çoğu eserinin temeline işsizleri, hamalları, balıkçıları, sokak kadınlarını, kimsesiz çocukları, emekçileri ve küçük burjuvaları koydu.
TABİATA BÜYÜK AŞK
Sait Faik için kesinlikle söylenebilecek sıfatlardan biri de İstanbul ve doğa aşığı olduğudur. Özellikle şiirlerinde rastladığımız İstanbul ve doğa sevgisi, bize Sait Faik hakkında daha çok bilgi edinmemiz adına da yardımcı oluyor. Çoğu edebi kaynakta Sait Faik için şu cümle kullanılır; "Doğal güzellikler karşısında başı döner."
ERKEN GELEN ÖLÜM
Sait Faik, 11 Mayıs 1954'te sirozdan hayatını kaybettiğinde henüz 48 yaşındaydı. Ölümünden sonra Burgazada'da bulunan ve zaman zaman kaldığı evi müzeye dönüştürüldü. Annesi, onun adına edebiyat ödülleri vermeye başladı. Bir sonbahar günü gözlerini dünyaya açan ve 111'inci yaşına giren Sait Faik'i edebiyatımıza kazandırdığı güzel eserlerden birinden küçük bir parçayla analım; "Nedir bu kuş, bilmem ki? Sonbaharda bulutlar turunç renklidir. Sonbaharda yapraklar konuşur. Lodoslu İstanbul denizi ne baş döndürücü şeydir! Bir lodoslu günde vapura atlayıp her ipin, her madenin ıslık çaldığı bir vapurda Adalara gidip gelirim. Akşamüstü bazen Köprü´nün ortasında durup Sultan Selim´in arkasındaki bulutlarda kırmızı rengin oyunlarını seyrederken, bir sahra vahasında muazzam bir şehir, bir eski Bağdat, bulutlardaki deniz muharebesini seyrederdim. Tramvaylar o şehri taşır, vapurlar o bulutlar şehrinin muhariplerini götürür, biz, bu hakikî şehrin sakinleri, tiyatro seyircileri gibi sessiz, âdeta geçenler bile durmuş gibi olur, seyrederiz."
Yorumlar
Kalan Karakter: