Tarihler 4 Ekim 1910’u gösterdiğinde, yıllar sonra Türkiye’nin en önemli şairleri arasına girecek bir isim Diyarbakır’da dünyaya geldi; Cahit Sıtkı Tarancı… Cumhuriyet’in ilk yıllarına tanıklık eden, Nazım Hikmet’e şiir yazan, Peyami Safa’dan destek alan ve emir erine şiir yazacak kadar duygu yüklü olan Cahit Sıtkı, yazdığı yalnızlık ve ölüm temalı şiirlerle Türkiye edebiyatında önemli bir iz bıraktı. ‘Yaş Otuz Beş’ şiirini yazdığında artık herkes onu tanıyor, ondan bahsediyor, şiirine övgüler yağdırıyordu. Cumhuriyet Halk Partisi tarafından ödül kazandığı Yaş Otuz Beş şiiri, Tarancı’nın en çok sevilen şiiri oldu ve bugün hala hafızalarda tazeliğini koruyor.
‘DANTE GİBİ ORTASINDAYIZ ÖMRÜN’
Tarancı, Yaş Otuz Beş şiirinde, 35’inci yaşı ömrün yarısı olarak tanımlıyor. İlahi Komedya’nın ölümsüz şairi Dante’ye atıf yaptığı şiirinde Caahit Sıtkı, yaşlanmayı kabullenemeyen bir karakter anlatıyor. Hızla geçip giden yılların üzerinde bıraktığı etkiyi kağıda aktaran şair, şiirde şu dizelere yer veriyor; “Yaş otuz beş, yolun yarısı eder / Dante gibi ortasındayız ömrün / Delikanlı çağımızdaki cevher / Yalvarmak, yakarmak nafile bugün / Gözünün yaşına bakmadan gider / Şakaklarıma kar mı yağdı, ne var / Benim mi allah’ım bu çizgili yüz / Ya gözler altındaki mor halkalar / Neden böyle düşman görünürsünüz / Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?”
MEMLEKET İSTERİM
‘Sanat için sanat’ ilkesini benimseyen ve şiiri kelimelerle güzel şekiller kurma sanatı olarak tanımlayan Cahit Sıtkı’nın Yaş Otuz Beş’ten sonra hafızalarda en çok yer eden bir diğer şiiri de Memleket İsterim. Bugün bile hala hepimizin özlemini duyduğu memleket profilini 1900’lü yıllarda düşleyip kağıda aktaran Tarancı, şu dizelerle anlatıyor düşlerindeki memleketi; “Memleket isterim / Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun / Kuşların çiçeklerin diyarı olsun / Memleket isterim / Ne zengin fakir ne sen ben farkı olsun / Kış günü herkesin evi barkı olsun / Memleket isterim / Yaşamak sevmek gibi yürekten olsun / Olursa bir şikayet ölümden olsun.”
BEŞİKTAŞLI SEVGİLİ
Arkadaşlarının anlattığına göre, Cahit Sıtkı’nın okul yıllarında hiç sevgilisi olmamış. Okulda herkes sevgilisinden gelen mektupları büyük bir hevesle arkadaşlarına okurken, Cahit Sıtkı bir kenarda durur öylece izlermiş. Arkadaşlarının kendisiyle dalga geçmesinden bunalan Cahit Sıtkı, aşk mektupları yazarak kendine göndermeye başlamış ve bu mektupları arkadaşlarına okumuş. Mektuplar öyle romantikmiş ki, bir süre sonra arkadaşları Cahit Sıtkı’ya gelecek mektupların yolunu gözler olmuş. Ancak Cahit Sıtkı hakkında bilinmeyen bir şey var; Beşiktaşlı Sevgili… Bu terim Tarancı’nın bir şiirinde geçiyor. Ancak hiç kimse bu kişinin kim olduğunu bilmiyor. Kimisi ise öyle biri olmadığını, Tarancı’nın hayalinde bir isim olduğunu söylüyor. Gerçek yıllar sonra ortaya çıkyor; Tarancı’nın Beşiktaşlı Sevgili diye andığı kişi yakın arkadaşı Vedat Günyol’un kız kardeşidir. Günyol dahil bunu kimse bilmemektir. Aşkını kalbine gömmek zorunda kalan Tarancı, bu aşkın hasretiyle yaşama veda eder.
ABBAS
Askerliğini yedek subay olarak yapan Tarancı, kendisine emir eri olarak Mardin Midyatlı bir er seçer. Adı Abbas olan er ile yakın bir lişki kuran Cahit Sıtkı, Abbas’ın saf ve temiz oluşuna hayran kalır. Bir gün Abbas’ın hazırladığı sofrada içkisini içerken kağıda şu dizeler dökülür kaleminden; “Haydi Abbas, vakit tamam / Akşam diyordun işte oldu akşam / Kur bakalım çilingir soframızı / Dinsin artık bu kalp ağrısı / Şu ağacın gölgesinde olsun / Tam kenarına havuzun / Aya haber sal çıksın bu gece / Görünsün şöyle gönlümce / Bas kırbacı sihirli seccadeye / Göster hükmettiğini mesafeye / Ve zamana / Katıp tozu dumana / Var git / Böyle ferman etti Cahit / Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş’tan / Yaşamak istiyoru gençliğmii yeni baştan…”
İKİNCİ YARIYI TAMAMLAYAMADI
35’inci yaşı yolun yarısı olarak tamamlayan Cahit Sıtkı, ne var ki yolun ikinci yarısını göremeden hayata veda etti. Üstelik düşlerindeki memleketi göremeden, memleketinden çok uzakta… Cahit Sıtkı, 1953 yılında kalp krizi geçirir ve felç olur. Yatağa bağımlı olan şair İstanbul ve Ankara’da tedavi görmesine karşın herhangi bir iyileşme kaydedilemez. Devlet tarafından 1956 yılında Viyana’ya götürülen Cahit Sıtkı, 13 Ekim 1956’da (bazı kaynaklara göre 12 Ekim) yolun ikinci yarısını tamamlayamadan hayata veda eder. Geride Türkiye edebiyatında büyük bir iz ve bugün hala beğeniyle okunan eserler bırakarak…