Türkiye’de kitap teaser’ı hazırlayarak bir ilke imza attınız. Sizi buna iten sebep neydi?
Sıradanlığın dışında dünyayı takip etmek. Bize dayatılan “aman boş ver, ne gerek var” sığlığındaki algıya kulak asmamak da diyebiliriz. Dijital çağın hızına yetişmek için bahaneler üretmek bizi lokomotifin gerisinde bırakır ki, bu söylem gelişimin en ölümcül hastalığıdır. Bu yüzden kitabıma teaser çekip meslektaşlarıma da öncü olacağımı düşünüyorum.
Kitabın gelirini yetenekli ama okuyamayan genç sanatçılara bırakıyorsunuz… Hislerinizi öğrenebilir miyiz?
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Lisesi’nde Sinema-Tv bölüm başkanlığını yürütüyorum ve yetenekli öğrencilerimin hayallerine kayıtsız kalmamak adına elimden gelenin en üstünü yapmaya çalışıyorum. Lâkin gücümün yetmediği noktada “daha ne yapabilirim?” sorusu, kitabımın geliriyle sanata katkı sağlamayı bir borç biliyorum. Çocuklarımız ve gençlerimizin ülkemizi bir adım daha öteye götüreceği gerçeği aslında bireysel çabaları kitlesel kalabalığa çevirmede olumlu karşılık bulacaktır. Umut ediyorum hiçbir hayal karşılıksız kalmaz. Hepimiz taşın altına elimizi koyarsak aydınlık yarınlar bizimle olacaktır.
Herkesin bir hikayesi var. Peki bu kitapta adı geçen Leyla’nın sizin hayatınızla bağdaşan bir yanı var mı?
En çok sorulan soru. Kim bu Leyla? Ben hayatı ve tabi beraberinde insanları gözlemlemeyle beslenen biriyim. O kadar çok Leyla var ki aynı acıdan muzdarip, hatta acıyla beslenen ve asla kendisiyle yüzleşmeyen... Benim hayatımla bağdaşma kısmına gelirsek; herkes gibi benim de acılarım oldu, benim de acıma seyirci kalanlar oldu... Gözlemlerimle birleşince ortaya Leyla karakteri çıktı... Aslında hepimiz Leyla’yız desem...
Sizde bir kadınsınız… O zaman soralım başarı odaklı yaşamak mı? Aile hayatı mı?
Elbette aile hayatı… Lâkin yeteneklerimiz ve donanımızı sağlıklı temellere oturtarak, başarılı olmak istediğimiz alanda da şüphesiz başarılı olabiliriz. Asıl sorun elde etmek istediklerimiz boyumuzu aşmasın...
Mutluluk için uçurtmanın ipini kesebilmek gerekir diyorsunuz. Özgürleşmek sizin için neyi kapsıyor?
Özgürleşmek için bağımlı olmak yerine doğru olan, zararsız, insâni bağlılık duygusu oluşturarak hayata tutunmak. İnsanı var eden en önemli şeylerden biri “özgürlüktür”. Şimdi şöyle düşünün; size sizin iradeniz dışında iplerinizin başka ellerde olduğu bir hayat sunup, bu hayatın içinde her şeyi de versem. Lâkin attığınız her adımın, ruhunuzun, bedeninizin kontrolü sizin dışınızda. Öyle ki kimi seveceğiniz bile başkasının onayında. Şimdiiiii, yok artık diyebilirsiniz ama şu an böylesi hikayelerle örülü etrafımız. Benim için özgürlük; kararlarımı kendimin vereceği, kimsenin güdümünde olmadığım insanca bir hayat ki böyle de yaşıyorum.
Acıya seyirci kalan insan en nefret ettiğiniz insan modeli. Peki kitapta adı geçen karakter Leyla’ya karşı, çevresi bencil mi sizce?
Aynen. Çünkü acıya seyirci kalan insan değildir sadece canlıdır. Leyla kendi acılarıyla yüzleşmekten korkan ve mütemadiyen can acıtan ama bunu sevgi uğruna yaptığını söyleyen günümüzdeki Leyla’ların toplamı. Asıl bencil olan sistemin dayattığına karşı duramayan silüetler.
Acıya seyirci kalmadan, duyarlı bireyler olmak en büyük erdem diyorsunuz. Peki fazlasıyla buna dahil olmak bizi mutsuzlaştırıyorsa? Sizce nasıl dengeyi sağlamak lazım?
Asıl mutsuzluk mekanikleşen, pas tutan duyguların, hüzünden kaçmaya yönlendiren sistemin sürekli mutlu olmaya kodlu algı yönetimi... Bizler hüzünle beslenen, beslendikçe sıradanlaşan varlıklarız. Kendimizi ne kadar sıradan görürsek o kadar mutlu oluruz. Aksi yarışın içinde savrularak yitip giden jan janlı ama puslu hayatlar. Dengeyi sağlamanın tek kuralı var; kendine fazla anlam yüklememek bu durumu kendini değersizleştirmekle karıştırmadan basit yaşayıp hüznüne sahip çıkarak mümkün olacaktır.
Kitap ile ilgili bazı yorumlarda ‘roman ya da hikâyeden çok kişisel gelişim kitabı olmuş, hayat felsefesi yapılmış’ deniliyor. Bu konuyla ilgili herhangi bir birikiminiz var mı?
Tam tersi. Asla bir kişisel gelişim kitabı olmamakla beraber tam da bir öykülemedir. Beni roman yazmaya sürükleyen en önemli etkenlerden biri de televizyoncu kimliğim ve de eğitimci kimliğim. Nedeni basit; hayatın algısını oluşturan medyayla gençlerimizin hayalleri ve eğitimle-iletişimle kesişen hayatlar. Bu başlıklar sizde başka bir göz oluşturuyor ister istemez. Elbette daha öğrenecek daha çok hikayemiz var ki onlar da birikimi ve bunun kaleme yansımasını eğitip geliştirecektir.
Kitabın tanıtımıyla ilgili imza günleri ve söyleşiler düzenliyorsunuz ve Türkiye’yi karış karış geziyorsunuz. Kitap ile ilgili size gelen en ilginç soru ne oldu?
İnsanı insan acıtır çünkü “İNSAN”dır. Çok sık duyuyorum. Nasıl da kabullenilmiş acılarla bağışıklık sistemi çökmüş hayatlar var.
Sıradanlığın dışında dünyayı takip etmek. Bize dayatılan “aman boş ver, ne gerek var” sığlığındaki algıya kulak asmamak da diyebiliriz. Dijital çağın hızına yetişmek için bahaneler üretmek bizi lokomotifin gerisinde bırakır ki, bu söylem gelişimin en ölümcül hastalığıdır. Bu yüzden kitabıma teaser çekip meslektaşlarıma da öncü olacağımı düşünüyorum.
Kitabın gelirini yetenekli ama okuyamayan genç sanatçılara bırakıyorsunuz… Hislerinizi öğrenebilir miyiz?
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Lisesi’nde Sinema-Tv bölüm başkanlığını yürütüyorum ve yetenekli öğrencilerimin hayallerine kayıtsız kalmamak adına elimden gelenin en üstünü yapmaya çalışıyorum. Lâkin gücümün yetmediği noktada “daha ne yapabilirim?” sorusu, kitabımın geliriyle sanata katkı sağlamayı bir borç biliyorum. Çocuklarımız ve gençlerimizin ülkemizi bir adım daha öteye götüreceği gerçeği aslında bireysel çabaları kitlesel kalabalığa çevirmede olumlu karşılık bulacaktır. Umut ediyorum hiçbir hayal karşılıksız kalmaz. Hepimiz taşın altına elimizi koyarsak aydınlık yarınlar bizimle olacaktır.
Herkesin bir hikayesi var. Peki bu kitapta adı geçen Leyla’nın sizin hayatınızla bağdaşan bir yanı var mı?
En çok sorulan soru. Kim bu Leyla? Ben hayatı ve tabi beraberinde insanları gözlemlemeyle beslenen biriyim. O kadar çok Leyla var ki aynı acıdan muzdarip, hatta acıyla beslenen ve asla kendisiyle yüzleşmeyen... Benim hayatımla bağdaşma kısmına gelirsek; herkes gibi benim de acılarım oldu, benim de acıma seyirci kalanlar oldu... Gözlemlerimle birleşince ortaya Leyla karakteri çıktı... Aslında hepimiz Leyla’yız desem...
Sizde bir kadınsınız… O zaman soralım başarı odaklı yaşamak mı? Aile hayatı mı?
Elbette aile hayatı… Lâkin yeteneklerimiz ve donanımızı sağlıklı temellere oturtarak, başarılı olmak istediğimiz alanda da şüphesiz başarılı olabiliriz. Asıl sorun elde etmek istediklerimiz boyumuzu aşmasın...
Mutluluk için uçurtmanın ipini kesebilmek gerekir diyorsunuz. Özgürleşmek sizin için neyi kapsıyor?
Özgürleşmek için bağımlı olmak yerine doğru olan, zararsız, insâni bağlılık duygusu oluşturarak hayata tutunmak. İnsanı var eden en önemli şeylerden biri “özgürlüktür”. Şimdi şöyle düşünün; size sizin iradeniz dışında iplerinizin başka ellerde olduğu bir hayat sunup, bu hayatın içinde her şeyi de versem. Lâkin attığınız her adımın, ruhunuzun, bedeninizin kontrolü sizin dışınızda. Öyle ki kimi seveceğiniz bile başkasının onayında. Şimdiiiii, yok artık diyebilirsiniz ama şu an böylesi hikayelerle örülü etrafımız. Benim için özgürlük; kararlarımı kendimin vereceği, kimsenin güdümünde olmadığım insanca bir hayat ki böyle de yaşıyorum.
Acıya seyirci kalan insan en nefret ettiğiniz insan modeli. Peki kitapta adı geçen karakter Leyla’ya karşı, çevresi bencil mi sizce?
Aynen. Çünkü acıya seyirci kalan insan değildir sadece canlıdır. Leyla kendi acılarıyla yüzleşmekten korkan ve mütemadiyen can acıtan ama bunu sevgi uğruna yaptığını söyleyen günümüzdeki Leyla’ların toplamı. Asıl bencil olan sistemin dayattığına karşı duramayan silüetler.
Acıya seyirci kalmadan, duyarlı bireyler olmak en büyük erdem diyorsunuz. Peki fazlasıyla buna dahil olmak bizi mutsuzlaştırıyorsa? Sizce nasıl dengeyi sağlamak lazım?
Asıl mutsuzluk mekanikleşen, pas tutan duyguların, hüzünden kaçmaya yönlendiren sistemin sürekli mutlu olmaya kodlu algı yönetimi... Bizler hüzünle beslenen, beslendikçe sıradanlaşan varlıklarız. Kendimizi ne kadar sıradan görürsek o kadar mutlu oluruz. Aksi yarışın içinde savrularak yitip giden jan janlı ama puslu hayatlar. Dengeyi sağlamanın tek kuralı var; kendine fazla anlam yüklememek bu durumu kendini değersizleştirmekle karıştırmadan basit yaşayıp hüznüne sahip çıkarak mümkün olacaktır.
Kitap ile ilgili bazı yorumlarda ‘roman ya da hikâyeden çok kişisel gelişim kitabı olmuş, hayat felsefesi yapılmış’ deniliyor. Bu konuyla ilgili herhangi bir birikiminiz var mı?
Tam tersi. Asla bir kişisel gelişim kitabı olmamakla beraber tam da bir öykülemedir. Beni roman yazmaya sürükleyen en önemli etkenlerden biri de televizyoncu kimliğim ve de eğitimci kimliğim. Nedeni basit; hayatın algısını oluşturan medyayla gençlerimizin hayalleri ve eğitimle-iletişimle kesişen hayatlar. Bu başlıklar sizde başka bir göz oluşturuyor ister istemez. Elbette daha öğrenecek daha çok hikayemiz var ki onlar da birikimi ve bunun kaleme yansımasını eğitip geliştirecektir.
Kitabın tanıtımıyla ilgili imza günleri ve söyleşiler düzenliyorsunuz ve Türkiye’yi karış karış geziyorsunuz. Kitap ile ilgili size gelen en ilginç soru ne oldu?
İnsanı insan acıtır çünkü “İNSAN”dır. Çok sık duyuyorum. Nasıl da kabullenilmiş acılarla bağışıklık sistemi çökmüş hayatlar var.