Türk milliyetçiliği hareketinin önde gelen düşün adamlarından Prof. Ümit Özdağ, bir konferans için Antalya’ya davet edilmişti.
Geçtiğimiz Cuma günü Özdağ onuruna bir restoranda düzenlenen akşam yemeğine naçizane beni de davet ettiler…
Elbette böyle bir davete icabet etmek gerekirdi ve gittim.
“21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü” tarafından düzenlenen bu konferansın konuşmacısını dinlemek benim için çok önemliydi.
Fark bir şeyler duyabilmeyi umarak gittim.
Çünkü 70’li yıllardan bu yana Türk milliyetçiliği hareketi, “9 Işık” ve Türk-İslam diye adlandırılan çerçeveden çıkamamış ve gelişen, değişen Türkiye ve dünya için yeni söylemler geliştirememişti.
Bugüne kadar hep büyük ölçüde “Yusuf Akçura, Ziya Gökalp, Nihal Atsız ve son olarak Alpaslan Türkeş” referans alınmış, siyasi çizgi olarak hep “korumacı” bir çizgide yürünmüş, “değiştirici, geliştirici” bir karakter olamamıştı.
Bunun temel nedeni, hep “dış ve iç düşmanların saldırıları” noktasından hareket edildiğinden korumacı konumundan sıyrılıp alternatifler geliştirememeleridir.
Bir diğer neden ise, 1960’ın sonu ve 1970 li yıllar boyunca Türk milliyetçiliği hareketinin “komünizmle mücadele,” 2000 li yıllarda da “Siyasi İslam” la mücadele etme noktasına indirgenmesidir.
Ancak, Siyasi İslam’la mücadele ederken, daha önceleri göz ucuyla bakıp yeterince sahiplenmedikleri “Atatürk’ü” adeta yeniden keşfetmeleri(!) Türk milliyetçiliği hareketini düşünce ufku açısından biraz kımıldatmış ve yeni bir sürece doğru evrilmesini sağlamıştır, diye düşünüyorum.
Kentli Türk milliyetçilerinin seküler hayat yaşamaları ve bu tarzı kabul etmeleri, Atatürk’ü sahiplenmeleriyle birlikte –bir yanlarıyla İslamcı olmalarına rağmen- “laiklik” konusunda da daha net duruma getirmiştir.
Türk milliyetçiliği hareketinin evrilme sürecinin sancılı ve sıkıntılı olmasının temel nedeni ise, bu hareketin kendi “entelektüellerini” yeterince yetiştirememesi ve sınırlı sayıda olmasıdır.
Bugüne dek gelen entelektüellerinin de kuşkucu ve bilimsel verilerle hareket ederek “sivil” kalma yerine, devlete yaslanmalarının bunda payı büyüktür.
Özdağ’ın yemekte yaptığı konuşmayı dinleyince hem kendi entelektüellerini yetiştirme hem de siyaset ufku açısından “Kızılelmanın sınırlarını” aşmak için batılı deyimle bir (tink-teng) kuruluşu olan 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsünün iyi işler yapacağını sanıyorum.
Lakin bunun doğru bir çizgide yürümesi şarttır.
Yani, devletle iç içe girmeden batıda olduğu gibi sadece dirsek teması ile yürünmesi, tamamen “sivil” nitelikte olması, bilimsel verilerle ve kuşkucu bakış açısıyla araştırmalarını yapmaları Türk milliyetçiliği hareketine daha sağlıklı katkılar sağlayacaktır, diye düşünüyorum.
Geçmişte olduğu gibi zaman zaman devletin paramiliter gücü olmadan ve bugün olduğu gibi Siyasi İslam’ı referans alan iktidarlara yedek güç haline gelmeden “sivil, bağımsız ve özgün” bir kimlikle hareket etmeleri Türkiye’nin sorunlarının aşılmasına, demokrasinin gelişimine ve geleceğe umutla bakılmasına ciddi katkılar sağlayacaktır.
Bu arada beni Özdağ onurun verilen yemeğe davet eden 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsünün Antalya temsilcisi Sayın Av. Onur Şahin’e teşekkür ederim.