İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminin yenilenmesi sadece İstanbul sınırlarında kalmadı, tüm Türkiye’yi ilgilendiren bir seçime dönüştü.
Bu seçim içinde; Belediye başkanının kim olacağının yanı sıra, Türkiye’nin genel siyasetinin de sorgulanmasını, başkanlık sisteminin ülkeyi ne hallere getirdiğini, 23 Haziran sonrasında genel seçimin erkenden mi yoksa zamanında mı yapılacağı, AK Parti iktidarının paydaşları olan vakıflar, cemaatler, yandaş şirketlerin kaynaklarının kesilip kesilmeyeceği gibi birçok soruyu taşımaktadır.
Bana göre en önemlisi de, demokrasi ve özgürlükler konusunda nasıl ve hangi araçlarla mücadelenin sürdürüleceği konusudur.
Erdoğan, artık öylesine mitolojik hale getiriliyor ki, İçişleri Bakanı Soylu “Erdoğan’ın ülkesi” kavramını fütursuzca kullanabiliyor.
Anadolu’nun ve Osmanlı topraklarındaki genç, yaşlı, kadın, erkek demeden milyonlarca insanın canını vererek kurtardığı ve cumhuriyet olarak kurduğu bu devleti ve ülkesini “Erdoğan’ın” olduğunu ifade edecek kadar gözler kararmış ve akıl tutulması yaşanıyorsa “İstanbul seçimi artık bir demokrasi sorunu” haline gelmiştir…
Nitekim bunun bir demokrasi sorunu olduğunu Türkiye solu, demokratları, sosyal demokratları, liberalleri ve hatta mütedeyyin insanlar da kabul etmektedir.
*****
Geçen hafta 4 günlüğüne İstanbul’a gittim, çorbaya bir tutam tuzu da ben atayım diye…
Halkın ne düşündüğü ve nabzının nasıl olduğunu ölçmede en doğru ayarı taksici esnafından elde edersiniz.
İlk gün Beşiktaş’tan Eminönü’ne gitmek için bir taksiye bindim.
Karaköy ve Kabataş istikametinde trafik yoğun olduğundan taksiciyle sohbet için zamanım bol oldu.
- Usta, seçim nasıl olur, diye sordum.
Aynadan kaçamak bir bakış attıktan sonra,
- Valla kimin hakkıysa o kazansın…
Adam güven duymadığı için lafı yuvarlamıştı ama ben konuşturmakta kararlıydım…
- İyi de İmamoğlu seçimi aldı ama mazbatasını elinden aldılar…
Taksici yarım ağız gülümsemeyle
- Hırsızlığın sonu budur. Onlarda oyları çalmasaydı…
- Ya usta, devletin görevlilerinin ve AK Partili, MHP’li gözlemcilerin gözü önünde oylar nasıl çalınır? Sen inanıyor musun buna?
- Nasıl inanmayım ki? Tayyip, devletin başındaki adam ve o öyle söylüyorsa boş söylemiyordur…
Tıkanmıştım…
- Sizin çevredekilerde senin gibi mi düşünüyor?
Soruma cevap vermedi ama kafasını iki yana doğru “lahavle” der gibi salladı…
Sustum…
Eminönü’ne gelmiştik, Mısır çarşısının girişinde yakın durdurdum taksiyi ve parasını çıkardım verdim.
Taksici, parayı verdiğim elimi tutarak yarım döndü ve
- Beyim kim olduğunu bilmiyorum, içim el vermedi böyle konuşmama. Bak sana doğruyu söyleyeyim: ben hayatım boyunca ve bu seçimde de hep Tayyip’e oy verdim. Ama artık yeter… Eve ekmek parasını zor götürüyorum. Bütün taksici esnafı da artık illallah dedi. İmamoğlu’nu tanıdık ve düzgün birisi olduğuna inandık. Şimdi oylarımızı İmamoğlu’na vereceğiz.
Karşılıklı gülümsedik ve keyfimden olsa gerek paranın üstünü almadan taksiciyi uğurladım…
Bu seçim içinde; Belediye başkanının kim olacağının yanı sıra, Türkiye’nin genel siyasetinin de sorgulanmasını, başkanlık sisteminin ülkeyi ne hallere getirdiğini, 23 Haziran sonrasında genel seçimin erkenden mi yoksa zamanında mı yapılacağı, AK Parti iktidarının paydaşları olan vakıflar, cemaatler, yandaş şirketlerin kaynaklarının kesilip kesilmeyeceği gibi birçok soruyu taşımaktadır.
Bana göre en önemlisi de, demokrasi ve özgürlükler konusunda nasıl ve hangi araçlarla mücadelenin sürdürüleceği konusudur.
Erdoğan, artık öylesine mitolojik hale getiriliyor ki, İçişleri Bakanı Soylu “Erdoğan’ın ülkesi” kavramını fütursuzca kullanabiliyor.
Anadolu’nun ve Osmanlı topraklarındaki genç, yaşlı, kadın, erkek demeden milyonlarca insanın canını vererek kurtardığı ve cumhuriyet olarak kurduğu bu devleti ve ülkesini “Erdoğan’ın” olduğunu ifade edecek kadar gözler kararmış ve akıl tutulması yaşanıyorsa “İstanbul seçimi artık bir demokrasi sorunu” haline gelmiştir…
Nitekim bunun bir demokrasi sorunu olduğunu Türkiye solu, demokratları, sosyal demokratları, liberalleri ve hatta mütedeyyin insanlar da kabul etmektedir.
*****
Geçen hafta 4 günlüğüne İstanbul’a gittim, çorbaya bir tutam tuzu da ben atayım diye…
Halkın ne düşündüğü ve nabzının nasıl olduğunu ölçmede en doğru ayarı taksici esnafından elde edersiniz.
İlk gün Beşiktaş’tan Eminönü’ne gitmek için bir taksiye bindim.
Karaköy ve Kabataş istikametinde trafik yoğun olduğundan taksiciyle sohbet için zamanım bol oldu.
- Usta, seçim nasıl olur, diye sordum.
Aynadan kaçamak bir bakış attıktan sonra,
- Valla kimin hakkıysa o kazansın…
Adam güven duymadığı için lafı yuvarlamıştı ama ben konuşturmakta kararlıydım…
- İyi de İmamoğlu seçimi aldı ama mazbatasını elinden aldılar…
Taksici yarım ağız gülümsemeyle
- Hırsızlığın sonu budur. Onlarda oyları çalmasaydı…
- Ya usta, devletin görevlilerinin ve AK Partili, MHP’li gözlemcilerin gözü önünde oylar nasıl çalınır? Sen inanıyor musun buna?
- Nasıl inanmayım ki? Tayyip, devletin başındaki adam ve o öyle söylüyorsa boş söylemiyordur…
Tıkanmıştım…
- Sizin çevredekilerde senin gibi mi düşünüyor?
Soruma cevap vermedi ama kafasını iki yana doğru “lahavle” der gibi salladı…
Sustum…
Eminönü’ne gelmiştik, Mısır çarşısının girişinde yakın durdurdum taksiyi ve parasını çıkardım verdim.
Taksici, parayı verdiğim elimi tutarak yarım döndü ve
- Beyim kim olduğunu bilmiyorum, içim el vermedi böyle konuşmama. Bak sana doğruyu söyleyeyim: ben hayatım boyunca ve bu seçimde de hep Tayyip’e oy verdim. Ama artık yeter… Eve ekmek parasını zor götürüyorum. Bütün taksici esnafı da artık illallah dedi. İmamoğlu’nu tanıdık ve düzgün birisi olduğuna inandık. Şimdi oylarımızı İmamoğlu’na vereceğiz.
Karşılıklı gülümsedik ve keyfimden olsa gerek paranın üstünü almadan taksiciyi uğurladım…