Cami merkezli hayat…
Siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel, eğitim, sağlık alanlarında öylesine karmaşa ve öylesine kaotik bir durum ve öylesine bilgi kirliliği yaratıldı ki vatandaşların neyin doğru olduğunu anlamaları ve işin içinden çıkmaları neredeyse imkânsız hale getirildi.
Hatta belli eğitimlerden geçmiş olanlar bile el yordamıyla olsa dahi doğru olanı bulmakta zorlanıyor.
Batılı dünyada bir yılda oluşacak gündemler bizde bir hafta içinde gerçekleşiyor ve daha birisi hakkında net bir görüş oluşmadan bir diğerine atlayıveriyoruz…
Tabloya bakın.
Dolar ve avro pik yapmış…
Mazot uçmuş gitmiş…
Enflasyon yüzde 50’lere dayanmış…
Sadece devletin uyguladığı fiyat artışı yüzde 25…
Elektrik ve doğalgaz da yüzde 80’lere varan zamlar…
Paralı eğitimin yanına yaklaşılamıyor…
İnsanlar özel hastanelerde soyulacağı endişesiyle hasta olmamak için çırpınıyor…
Pazarda yapılan alış-veriş dörtte bire inmiş…
20 milyon insan açlık sınırına, 40 milyon insan yoksulluk sınırına demir atmış…
Asgari ücret ev kirası kadar bile değil…
Emekliler, mezarlıkları dolaşmaya başlamış…
Hazine de ve Merkez Bankasında para suyunu çekmiş ve para bulmak için Avrupa’da ABD’de tefecilere yalvar yakar olmuşuz ama yine de para alamamışız…
Ve tüm bunları düzeltmesi içinde “kafa tutuyormuşuz gibi görünen” ABD’li bir şirket olan MC Kinsey’e “Gel de şu işi düzelt. Ne yap, ne et ama bize para bul.” diye kamu maliyesini ve yönetimini teslim etmişiz…
“İnlerine girdik” denilen terör örgütleri ana kuzularını toprağa düşürüyor ve hala “kanları yerde kalmayacak” edebiyatını savurmuşuz…
Sesini çıkaranın kafasını ezeriz, dercesine önce haklarını arayan işçileri, ardından bu işçileri destekleyenleri ve sendikacılarını, en sonra da işçileri ve sendikacıların hukuksal haklarını arayan avukatları tutuklamışız…
Ve tüm bunlar yaşanırken bir zirzop çıkıp “Alevilerin kestiği ve pişirdiği yenmez” diye akla zarar sözler söylemişken;
Bu kez “Laik Cumhuriyetin Cumhurbaşkanı” olan Erdoğan’da, din adamlarını topluyor ve şöyle diyor;
“Cami merkezili bir hayatı özendirmemiz gerekiyor…”
Sayın Erdoğan, cami merkezli bir hayatı kurduğunuzda yukarda sıraladığım tablo tersine mi dönecek?
Mazot, elektrik, doğalgaz, sebze ve meyve ucuzlayacak mı?
İnsanlar daha sağlıklı ve daha kaliteli parasız eğitim mi alacak?
Cami merkezli bir hayatı kurduğunuzda temel gıda maddelerinin ithalatı sona mı erecek?
Merak ediyorum; cami merkezli bir hayat kurarsanız ülkenin hangi meselesine çözüm bulacaksınız?
Petrolü, doğalgazı ve nükleer gücü olan İran’da hayat cami merkezli ama bir dolar 10 milyon İran Tümeni…
Irak, Suriye, Mısır, Malezya, Sudan ve daha birçok İslam devletinde hayat cami merkezli ama bir teki bile ne ekonomi de ne siyasi hayatta, ne kültürde, ne de hayatın başka bir alanında huzur bulmuş değiller…
“Kaldı ki laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti bir İmparatorluk bakiyesi olduğundan sınırları içinde her dinden ve inanıştan milyonlarca insan yaşamaktadır…”
Böyle bir ülkede cami merkezli bir hayatı özendirmeye kalkışmak ve bunu teşvik etmek diğer inanışlara karşı negatif bir tutum geliştirmek demektir ki bu da laikliği ve cumhuriyet olma özelliğimizi ortadan kaldırmayla eşdeğerdir…
Sayın Erdoğan, bu toplum sizden inanç sistemleri ile ilgili açıklama değil, bu kaotik durumdan nasıl çıkacağımızla ilgili açıklamalar bekliyor…
***
Antalya’nın Oblomovları
Oblomov kimdir, bilir misiniz?
Bir Rus köylüsüdür.
İvan Gonçarov’un 1858 yılında yazdığı aynı adlı romanın kahramanıdır.
(Tavsiye ederim bu romanı mutlaka okuyun…)
Gonçarov, yarattığı bu tiplemeyle “Obmolovluk” denen kavramın doğmasına yol açmıştır.
Bu kavramın temel özellikleri ise; tembellik, korkaklık, bir şeyi yaparmış gibi görünüp yapmamak, cesur olanın yanında “cesurmuş” gibi durmaktır.
Doğru olanı, sivri olanı söylemezler ama “cesur” olan söylediğinde hemen peşinden atlarlar…
Oblomovlar, bir tehlike uç verdiğinde kaybolur, tehlikenin üzerine “cesur” atladıktan sonra hiç utanmadan ve sanki tehlike anında sıvışan kendileri değilmiş gibi ortaya çıkar ve parsa toplamak isterler…
Öyle olur/olmaz yerlerde önde durmazlar…
Ne olur, ne olmaz…
Bir yerlerden bir taş falan gelebilir..
Bu nedenle “cesur” olanın peşinden değil, arkasından giderler…
Giderler ama öyle körü körüne değil haaa…
Belli bir mesafeyi mutlaka korurlar.
Çünkü gerektiğinde kenara çekilip gelecek kusmukların ve taşların önce “cesur” olana sıçramasını sağlarlar…
Oblomovlar “sıkı projecidirler…”
Ama hayatta bir tek projelerini gerçekleştirdikleri görülmemiştir…
Çünkü tembeldirler, üretmezler…
Konuşurken çok dikkatli ve temkinlidirler.
Sözleri kendisine hatırlatıldığında “aaa.. ben aslında böyle demek istemiştim” diyebilecek esneklikte olmasına gayret ederler.
Çünkü Oblomovların sözlerinin arkasında durdukları hiç görülmemiştir.
Kısaca, rüzgardan yana yelken sallar Oblomovlar…
En büyük özellikleri ise emek harcamadan elde edilen hazır ve haram parayı çok sevmeleridir…
“Uygun zamanlarda” hep çırpınıp durur, Oblomovlar…
Göbeklerini içeri çerker, göğüslerini kabartırlar…
I ıhh
Nafile…
Her yanlarından Oblomov oldukları akar durur..
Ne yaparsın!..
Hayatta herkesin bir rolü vardır…
Cesurlar konuşur, yapar, tavır koyarlar…
Oblomovlar da susar, “uygun mesafeden” fırsatını kollarlar…
Kısacası, Oblomovlar yanınızda olduğunda var olduğunu hissedersiniz ama olmadıklarını da yokluğunu asla duymazsınız…
Cesur olanlar aslında bu tiplerin “Oblomovluğunu” bilir bilmesine ama “arından” dolayı ses etmezler ve hem merhametlerinden, hem acıdıklarından yanlarında dolaşmalarına izin verirler.
E artık, bu kadar tariften sonra siyasette, iş dünyasında ve medyada ki oblomovların kimler olduğunu tahmin etmişsinizdir sanırım…
***
Kıssadan hisseler…
Bu hafta sizlerle iki tane kıssayı paylaşmak istedim…
Kıssalarda çok önemli hayat dersleri vardır.
…..
Bir Alman, bir İtalyan, bir Fransız ve bir İngiliz aralarında köpeğe hardal yedirmek konusunda iddiaya tutuşurlar.
Alman önceliği alır, hardalı topak yapar ve köpeğin ensesinden tutarak zorla ağzına tıkar... Hayvanın ağzı yandığı için hardalı yemez ve çıkarır..
İtalyan hemen atılır, “öyle olmaz” der ve hardalı makarna şeklinde ufak parçalar halinde bölerek, köpeğe yedirmeğe çalışırsa da, hayvanın ağzı gene yandığından o da başaramaz...
Fransız da, konuya kendi açısından yaklaşarak, hardalı önce sulandırıp, sos olarak köpeğe yedirmek için uğraşırsa da, bu uygulama ile de bir sonuç alamaz...
Sıra İngiliz’e geldiğinde İngiliz, önce köpeği okşayarak yanına çeker, sırtını sıvazlar, sonra, hardalı topak yaparak hayvanin popsuna yapıştırır.
Köpek ardı yandıkça başlar hardalı yalamaya.
Kısaca, poposu yandıkça yalar, yandıkça yalar ve sonuçta yalaya yalaya hardalı bitirir......
Hisse: Bazılarının kıçı son zamanlarda öyle yanmaya başladı ki, acaba ABD ya da AB tarafından hardal mı sürüldü dersiniz?
…..
Diyarbakırlı bir şoför kamyonuyla Adana`da gidiyormuş.
Radyo'dan bir anons duyurlmuş :
-Adana`da seyreden yolcularımız, şehrimizi kısa bacaklı, uzun kollu, kırmızı suratlı
ve cüce uzaylılar basmıştır ama onlardan korkmayınız ve dost olmaya çalışınız.
Adam yoluna devam etmiş ve bir iki saat sonra adamın tuvaleti gelmiş.
Bir çalı kenarına inmiş.
Tam işini yapacakken çalı sallanmış.
Bizim şoför önce ürkmüş ama radyo anonsunu hatırlamış ve :
-Diyarbakirliyam, kamyon soförüyem, sizinle tanışmak istiyem.
Ses gelmemiş. Adam tekrar:
-Diyarbakirliyam, kamyon soförüyem, sizinle tanışmak istiyem.
Yine ses gelmeyince adam bağırarak :
-Diyarbakirliyam, kamyon şoförüyem, sizinle tanışmak istiyem.
Çalının arkasından ürkek bir ses :
-Urfaliyam, tir soförüyem, s*çiyam.
Hisse: siz siz olun havuz medyasının haberlerine fazla itibar etmeyin. Yoksa yanlışlıkla birinin yüzüne işeyebilirsiniz…