Doğa ana diyor ki, benimle oynama…
Milyarlarca yılda meydana getirdiğim dengemi bozacak işler yapma…
Beni öfkelendirecek müdahalelerden kaçın…
Benimle barışık ve uyumlu yaşamaya çalış…
Dostum Mirza Arabacı, geçen günkü paylaşımında şöyle yazmış…
Ey insanoğlu beni duy ve beni idrak et…
Geçen gün bir kez daha haykırdı “Elazığ ve Malatya’dan…”
Benimle uyumlu yaşamayı beceremezsen öfkelenir ve zarar veririm.
Bağrımı yarar “Kanal İstanbul” gibi kanal açmaya çalışırsan gün gelir oraları kumla doldururum…
Derelerimin önünü HES’lerle ve “Boğa Çayına” yapılanlar gibi kesersen sel olur yıkarım…
Havamı kirletme zehir saçarım…
Yaptığın binaları sağlam yap; demirden, çimentodan çalma deprem olur enkaza çeviririm…
Ateşime saygılı davran yoksa yangın olur her yerinizi yakarım…
Kurallarıma uy ve yaşama alanlarında benimle uyumlu işler yap…
Yoksa hayat hakkı tanımam diyor doğa ana…”
Bilimde öyle diyor…
10 milyar yıldır süregelen yerkabuğunun hareketliliği hala devam ediyor ve daha belki de milyonlarca yıl oluşumunu tamamlamak için devam edecek…
Yerkabuğundaki kırılmalar, kıvrılmalar, çökmeler, püskürmeler bu oluşum sürecinin kaçınılmaz devinimleridir…
Bilim insanları bu hareketliliğin nerelerde ve nasıl oluştuğunu tespit etmiş durumda…
Ve diyorlar ki; bu hareketliliğin olduğu yerlere ev yapmayın, yerleşim merkezleri meydana getirmeyin…
Velev ki o hareketliliği olan yerlere yerleşim yerleri oluşturmuşsanız o zaman binalarınızı sizlere zarar vermeyecek şekilde yapın…
Lakin insanı değil, parayı merkezine alan kapitalist sistemlerde yoksul insanlar yaşadıkları binanın ne kadar sağlam olduğuna değil, ne kadar kira ödeyebileceğine bakarlar…
Üç kuruş birikimi olanlarında derme/çatma yapılan yerlerde konut alamaya güçleri yeter…
Ve doğa ana salladığında da olan yoksul insanlara olur…
Ölen de yaralanan da yoksul emekçi insanlardır…
Devlet hazinesi yoksullara dayanıklı konut yapmak için değil, sermayedarlara kaynak aktarmak için vergileri toplar…
O yoksul insanlar, devletin, anayasal görevi olan “insanı yaşatma” görevini yapıp yapmadığına, topladığı vergilerin ne kadarının kendilerine geri döndürüldüğünü sorgulamaz ve bu görev ihmallerini(!) “kader ve fıtrat” olarak kabul eder.
Çünkü böyle öğretilmiştir, yani öğretilmiş çaresizliktir…
AK Parti iktidarının ve Erdoğan’ın tercihi de budur.
Toplumun vergilerinden oluşacak 100 milyar doları riskli bölgelerin yapılarını güçlendirmek için harcamak yerine;
Bir avuç sermayedarın deniz manzaralı ve her türlü güvenlik önlemleri alınmış konutlarda keyifli yaşamaları için doğanın bağrını yarıp Kanal İstanbul gibi bir ucubeye harcamaya çalışıyor…
“Kısacası; depremlerde sadece yoksul emekçilerin ölmesi kader değil, iktidarların tercihidir…”