Geçen Hafta yapılan Muratpaşa Belediye Meclis toplantısında Meclis üyesi Mithat Aras’ı, Deniz ve yoldaşlarına gösterdiği duyarlılıktan ötürü kutluyorum.
Onun bu duyarlılığına haddini aşarak ve terbiye sınırlarını zorlayarak tepki gösteren MHP İlçe Başkanını da kınıyorum.
6 Mayıs günü sadece Denizlerin idam edilişinin yıl dönümü değil, aynı zamanda “Anamın da aramızdan ayrılışının 38. yıldönümü...”
Denizler içinde, Anam için de öldü demiyorum, çünkü onlar hala “benim ruhumda yaşıyor...”
Ancak ben öldükten sonra onlar da ölecek...
Sabah çok keyifsiz uyandım...
Hem anam, hem de yoldaşlarım Deniz, Yusuf ve Hüseyin aklımda olarak uyumuştum.
Öğlenden sonra bir çiçekçiye gittim, 4 adet karanfil aldım.
Falezlerin üzerine gelerek 4 karanfili tek tek denize attım, “Bu Deniz, bu Yusuf, bu Hüseyin için” diyerek...
Onlar benim anam ve milyonlarca ana için gözlerini kırpmadan hayatlarını cellâda teslim edecek kadar yüreklilerdi çünkü…
Son karanfili anama sakladım...
Hemen atmadım...
Avuçlarımın arasında bir süre tuttum, okşadım...
Anam gibi kokmaya başladı birden karanfil...
Yaprakları anamın saçları, ortası anamın gözleriydi...
İki damla yaş süzüldü yanaklarımdan, anamın gözlerine düştü, saçlarının arasından kayarak kayboldu...
Öptüm karanfili, kokusunu taaa içime çekerek...
Ve usulca dalgaların arasına attım, hıçkırıkla haykırmak arası bir sesle “uğurlar olsun anam, hakkını helal et...” diyerek...
Anamı çok özledim...
Onun kokusunu, gülüşünü, bakışlarını, yorgunluklarını ve bana sarılışını özledim...
Onun yokluğu hep bir yanımı eksik bırakmıştır...
Bu nedenlerdir ki, anası hala hayatta olan insanları kıskanırım...
Birisi yanımda anasından söz ettiğinde “iyi ki anan var” derim ama inanın çok kıskanırım...
Anamla ilgili hemen her şey aklımdadır...
Ama bende en çok iz bırakanı anamın çamaşır günüdür...
Pazar sabahları anamın çamaşır günüydü...
Sabah ezanıyla kalkar, avluda, üzerinde bakır kazanın olduğu ocağı yakar, önce beyazları, sonra da diğer çamaşırları kazanın kaynayan suyuna bastırırdı.
Daha sonra bir sopanın ucuna taktığı kaynamış çamaşırlar kazandan çıkarır kocaman bakır leğenin –teştin- içine atar, önce meşe külüyle, sonra da arap sabunuyla çitilerdi.
Öğlen ezanı okunduğunda dağ gibi çamaşırı yıkamış, avludaki iplere asmış olurdu.
Tabii babam ve bizler kalktığımızda o, iki taşın arasında bizlere bir de kahvaltı hazırlar, babamın ve bizlerin giyinmesine yardım ederdi.
Akşam, kenger sakızı gibi kokan, mis gibi yatak çarşaflarının arasına girdiğimizde günün yorgunluğu ile hemen uyurduk.
Hala o yatak çarşaflarının kokusunu duyarım.
Belleğimde o koku, “anamın kokusu” olarak kalmıştır hep.
Onun bu duyarlılığına haddini aşarak ve terbiye sınırlarını zorlayarak tepki gösteren MHP İlçe Başkanını da kınıyorum.
6 Mayıs günü sadece Denizlerin idam edilişinin yıl dönümü değil, aynı zamanda “Anamın da aramızdan ayrılışının 38. yıldönümü...”
Denizler içinde, Anam için de öldü demiyorum, çünkü onlar hala “benim ruhumda yaşıyor...”
Ancak ben öldükten sonra onlar da ölecek...
Sabah çok keyifsiz uyandım...
Hem anam, hem de yoldaşlarım Deniz, Yusuf ve Hüseyin aklımda olarak uyumuştum.
Öğlenden sonra bir çiçekçiye gittim, 4 adet karanfil aldım.
Falezlerin üzerine gelerek 4 karanfili tek tek denize attım, “Bu Deniz, bu Yusuf, bu Hüseyin için” diyerek...
Onlar benim anam ve milyonlarca ana için gözlerini kırpmadan hayatlarını cellâda teslim edecek kadar yüreklilerdi çünkü…
Son karanfili anama sakladım...
Hemen atmadım...
Avuçlarımın arasında bir süre tuttum, okşadım...
Anam gibi kokmaya başladı birden karanfil...
Yaprakları anamın saçları, ortası anamın gözleriydi...
İki damla yaş süzüldü yanaklarımdan, anamın gözlerine düştü, saçlarının arasından kayarak kayboldu...
Öptüm karanfili, kokusunu taaa içime çekerek...
Ve usulca dalgaların arasına attım, hıçkırıkla haykırmak arası bir sesle “uğurlar olsun anam, hakkını helal et...” diyerek...
Anamı çok özledim...
Onun kokusunu, gülüşünü, bakışlarını, yorgunluklarını ve bana sarılışını özledim...
Onun yokluğu hep bir yanımı eksik bırakmıştır...
Bu nedenlerdir ki, anası hala hayatta olan insanları kıskanırım...
Birisi yanımda anasından söz ettiğinde “iyi ki anan var” derim ama inanın çok kıskanırım...
Anamla ilgili hemen her şey aklımdadır...
Ama bende en çok iz bırakanı anamın çamaşır günüdür...
Pazar sabahları anamın çamaşır günüydü...
Sabah ezanıyla kalkar, avluda, üzerinde bakır kazanın olduğu ocağı yakar, önce beyazları, sonra da diğer çamaşırları kazanın kaynayan suyuna bastırırdı.
Daha sonra bir sopanın ucuna taktığı kaynamış çamaşırlar kazandan çıkarır kocaman bakır leğenin –teştin- içine atar, önce meşe külüyle, sonra da arap sabunuyla çitilerdi.
Öğlen ezanı okunduğunda dağ gibi çamaşırı yıkamış, avludaki iplere asmış olurdu.
Tabii babam ve bizler kalktığımızda o, iki taşın arasında bizlere bir de kahvaltı hazırlar, babamın ve bizlerin giyinmesine yardım ederdi.
Akşam, kenger sakızı gibi kokan, mis gibi yatak çarşaflarının arasına girdiğimizde günün yorgunluğu ile hemen uyurduk.
Hala o yatak çarşaflarının kokusunu duyarım.
Belleğimde o koku, “anamın kokusu” olarak kalmıştır hep.