Serin bir Ankara sabahında şehri seyrederken kahvemi yudumluyorum. Bütüne baktığımda çok katlı yüksek yapılar orada öylece duran şehri oluşturmuş. Kentte yaşayan insanları düşünürken; gün içinde karşılaşabilecekleri çeşitli olgularla, olgular arası ilişkilerle ilgili olarak günün getirdikleriyle tecrübe ve bilgi sahibi olurlar, diye aklımdan geçiyor. “Olgu”, doğal yaşamda var olan ve duygular yoluyla gözlemlenebilen, algılarla biçimlenebilen oluşlardır. İnsan, hayatta karşılaşabileceği başka olgularla ilgili bilgi sahibi olmayı ister. Henüz gözlemlenmemiş olaylarla karşılaşınca hazırlıklı olma durumu karakteristik yapı, özellik ve durumların kavranabilmesi ile ilgilidir. Kavramsal yapı belirli bir kavramsal yapıdan aktarılır. Demek istediğim, kavramsal yapının kapsadığı alan “pozitivist” yaklaşım kadar genişleyebilir.
Pozitivizm: bilimin de kabul edeceği bilgilere ulaşma yöntemi ve bu sürece dair metodolojik bir hareket tarzıdır.
Şimdi kahvemden bir yudum alıyorum ve şehre bakıyorum. İnsanlar, neyi, nerede, nasıl, neden, kim ne kadar yaşar ve kimler, nerede, ne kadar, nasıl etkileniyorlar diye belirli bir sırayla sistematize ederek düşüncelerimin süzgecinden geçiriyorum. Yavaş yavaş hareketlenen şehirdeki kişiler, sınanabilir, tekrarlanabilir olayları yaşayıp öylece güvenilir, geçerli, nesnel ve genellenebilir olguları hayatlarına sabitleyecekler. Bütün bu olguları oluşturan bilimsel bilginin, ortak yaklaşımdan uzaklaşmış gibi görünen hali bilimi içselleştirememiş kişilere şaşırtıcı gelebilir. Bunun nedeni hep daha derine ve daha uzağa eleştirel ve farklı açılardan bakabilme çabasının gerekliliğidir.
Uzaktan ve yüksekten bakıyorum Ankara’ya. Şehir içinde bildiğim yerleri ayırt etmeye çalışıyorum. Sonra iyi bildiğim yerleri merkez olarak daha az bildiğim yerlere bakıyorum. Bu çok tatlı bir kavrayış süreci. Kendi küçük adımlarımla gezerken görebildiklerimden çok fazlasını görebiliyorum. Sabahın ilk saatlerinde şehrin bir bir ışıkları sönerken, gün ışığıyla birlikte desenlerden ve renklerden oluşan sanki mozaik bir tablo belirdi.
Tatlı kahve kokusu ve damağımda bıraktığı vazgeçilmez lezzetle şehri çözmeye çalışmanın en temel nedeni “merak”tır. Merakı gidermek için yaptığım şey “gözlem”dir. Gördüklerimi izleyerek bildiğim yerleri “nirengi” alarak bilmediğim yerleri “keşfetmeye” ve “anlamlamaya” çalışıyorum. Peki şu anda bunu yapmaya neden ihtiyaç duyuyorum? Kendi soruma felsefi açıdan, ereksel açıdan, sosyolojik açıdan, ideolojik açıdan pek çok farklı cevaplar verebilirim. Belki de olgular arasındaki neden-sonuç ilişkilerinin yapısını çözmeye çalışıyorum. Kim bilir belki de neden ve sonuç arasındaki yapısal ilişki çözümlendiğinde, nedenleri değiştirerek (manipüle ederek) sonuçları daha istediğimiz hale getirebiliriz. Bu durumda da sonuçlar geçerli olmalı. Geçerlilik, genellikle olayların, olguların gerçekliği ile duygu dünyasında yerini alır. Böylece güvenilirliği de bilimsel bilginin evrenselliğiyle yani genel geçerliliğiyle, kavramsal yapı, olgu, pozitivizm ifadeleriyle de literatüre yerleşir.
Hadi şimdi hayatımıza önümüzde büyük bir şehir varmış gibi bakalım sonra olaylar ve olgularımıza da bir bir yaklaşalım. Önümüzde duran hayatımıza bir bütün tablo gibi bakalım, neler almışız, neler öğrenmişiz kendimize neler katmışız bir bakalım. Kahveden bir yudum daha alıp, kendi derinlerimizde kendimizi bulalım. Bir şehri seyreder gibi hayatımızı seyredip ara sokaklarda kaybola kaybola ana caddelere çıkalım. Damakta kalan kahve lezzetiyle hayattan keyif alalım.