Yuval Noah Harari… Son zamanların çok satanlarından ikisinin yazarı. İlki, ‘Hayvanlardan Tanrılara: Sapiens’… İnsanoğlunun dünden bugüne yolculuğunu anlatıyor. İkinci kitap ‘Homo Deus’ ise, yarın bizi neler beklediğini düşünmemizi sağlayan sarsıcı bir başyapıt.
Homo Deus, gelecekle ilgili iç karartıcı, ama gerçekçi öngörülerde bulunuyor. Önümüzdeki birkaç on yılda dünyamız, bugünküne hiç benzemeyecek. Baş döndürücü hızla ilerleyen teknoloji, bizi, alışageldiğimiz yaşam biçimlerinden çok uzaklara fırlatacak. Harari’nin deyimiyle, bu gelişmelere uyum sağlayamayanlar, “Wall Street’teki Neandertaller” gibi hissedecek kendilerini.
* * * * *
“21. Yüzyılın başında ilerleme treni bir kez daha perondan ayrılmak üzere. Bu belki de Homo Sapiens (türümüz) isimli perondan yapılacak son sefer olacak ve treni kaçıranların hiç şansı olmayacak. 21. Yüzyılda ilerleme trenine yetişemeyenler, yok olma tehdidiyle karşı karşıya kalacaklar” diyor Harari ve treni nasıl yakalayacağımızın ipuçlarını veriyor:
“Trende bir yeriniz olsun istiyorsanız, bu yüzyılın teknolojisini, özellikle de biyoteknolojiyi ve algoritmaların gücünü kavramanız gerekiyor… Kutsal metinlerinde, genetik mühendisliği ve yapay zekaya dair söyleyecek hiçbir şeyleri olmamasının yanında; pek çok rahim, haham ve imam, biyoloji ve bilgisayar mühendisliğindeki gelişmeleri takip bile edemiyor. Çağ atlatan bu ilerlemeleri anlamak istiyorsanız, antik metinleri ezberleyip tartışmak yerine, bilimsel makaleler okumaya zaman ayırmak ve laboratuvar deneyleri yapmak zorundasınız.”
* * * * *
Tren, perondan ayrılmak üzere… Ya biz neredeyiz? Çocuklarımızı ve gençlerimizi, 21. Yüzyılın bu hızdaki gelişmelerine ayak uydurmaları için eğitiyor muyuz? Bilime ve teknolojiye yatırım yapıyor, araştırma projelerini destekliyor muyuz? Dünyadaki gelişmeleri yakından takip edip yetişmeye mi çalışıyoruz?
Hepiniz farkındasınız; Milli Eğitim’in müfredatı içler açısı bir hale getirildi. Çocuklara ilahiler öğretiyor, salavat yarışmaları yaptırıyoruz. Erkeğin karısını dövmesinin ‘caiz’ olduğunu beyinlerine kazıyor; küçük yaşta evliliklerin dinimize uygun olduğunu, cihadın değerini anlatıyoruz. Tarihi alt üst edip, Atatürk ve Cumhuriyeti yok sayıp; 15 Temmuz tarihini, bir ‘kurtuluş savaşı’ gibi sunuyoruz. Evrim kuramını kitaplardan siliyor; biyoloji derslerinin sayısını azaltıp din derslerininkini artırıyoruz. Milli Eğitim Bakanı, bu müfredatı, “yapılmış en bilimsel, en çağdaş müfredat” diye savunarak, kendisinin de bilimden ve çağdaşlıktan bihaber olduğunu ortaya koyuyor.
Sonuç, OECD’nin Uluslararası Öğrenci Performansı Değerlendirme raporunda, yüzümüze bir tokat gibi çarpılıyor: Matematikte her yıl daha da geriliyoruz, çocuklarımız problem çözmeyi bilmiyorlar… Okuduklarını anlamıyorlar… Analitik düşünemiyorlar… Daha az eğitimli, daha az becerikli nesiller yetişiyor. Bilim odaklı düşünme, yerini din odaklı düşünmeye bırakıyor.
* * * * *
Eğitime, bilime, araştırmaya, teknolojiye ayrılan bütçe mi dediniz? Bütçenin aslan payı, Diyanet’in ne yazık ki. Dünyanın en gelişmiş bilimsel merkezi CERN’in 2016 bütçesi, 3 milyar 888 milyon TL; Diyanet’inki ise, 6 milyar 500 milyon TL. Neredeyse iki katı… Üstelik Diyanet, bu bütçenin kendisine yetmediğini belirterek, artırılmasını istedi! Başka söze gerek var mı?..
* * * * *
Bütün bu gelişmelerin altında imzası olan Erdoğan, Kazakistan’da düzenlenen Bilim ve Teknoloji Zirvesi’nde, şunları söylemiş:
“En başarılı çocuklarımızı, en parlak beyinlerimizi Batılı kurumlara ve ülkelere kaptırıyoruz. Günümüzün en önemli güç kaynağı olan enformasyon ve bilgi teknolojileri konusunda, üreten değil tüketen konumundayız. Bu durum, bizi, milli güvenliğimiz başta olmak üzere, birçok açıdan kırılgan hale getiriyor… Güçlü ülke olmak, bilgiyi üretmekten ve bilgiyi en iyi şekilde işleyebilmekten geçiyor.”
Haklısınız, şaka gibi…