Kendisi, koronavirüs ailesinin en genç üyesi, daha üç aylık bile değil. Wuhan’da doğdu… Çok hareketli, bütün dünyayı gezmeye pek niyetli!
Minik Covit19 bize uğradı mı, uğrar mı, uğrarsa ne olur? Biliyorum, son günlerin gündeminin üst sıralarında bu konu var ve herkes biraz tedirgin. Haksız da değiller; nerede yaşlı, bağışıklığı düşük, zayıf bir beden bulsa, öldürüyor. Sonra oradan hoop başka bedene!
Korkunun ilacı, her zaman bilim olmuştur benim için. Düşmanını tanıyacaksın ki, iyi donanasın. O zaman, buyurun, birlikte daha yakından tanıyalım şu minik virüsü…
* * * * *
Öncelikle şunu belirtelim; bu virüsü kapan herkes ölmeyecek. Covit 19’un dünya genelinde öldürücülük oranı yüzde 2 civarında olarak açıklandı. Ancak bu, muhtemelen abartılı bir sayı. Çünkü birçok insan bu virüse yakalandığını bile fark etmeden hastalığı atlatıyor. Bu insanları da hesaba katarsak, Covit 19’un öldürücü etkisinin, düşünülenden daha az olduğu, yüzde 1’in bile altına düştüğü ortaya çıkar.
Bu iyi bir şey mi? Doğruyu söylemek gerekirse, hayır. Kuş gribinin (H5N1) öldürücülük oranı, yüzde 60 idi. Ancak 2003 yılından bu yana bu hastalıktan ölenlerin sayısı, sadece 455. Çünkü hastalığın belirtileri öylesine şiddetliydi ki, hastaların gözden kaçırılması mümkün değildi. Hastalar hemen tespit edilip karantinaya alındı, böylece hastalığın yayılması kısa sürede durdurulabildi. Oysa Covid 19, kimi vakalarda yeterince belirti vermiyor ve bu nedenle saptanamıyor; ancak bulaşıcılığı sürüyor. İşte bu nedenle, bulaşıcılığı yüksek olan Covid 19 hızla yayılabilir ve çok sayıda insanın ölümüne neden olabilir. Bunun olabileceğinin en büyük göstergesi, grip hastalığıdır. Grip, hayatımız boyunca defalarca yakalandığımız yaygın bir hastalıktır, ancak her yıl yüz binlerce insanı öldürmektedir.
* * * * *
Elimizdeki verileri toparlayalım: Covit 19’un öldürücülük oranı düşük, ancak bulaşıcılığı çok yüksek. Bu kadar çabuk yayılan bir virüsün, ülkemizin tüm komşularında olması ve bize uğramaması mümkün mü? Bana göre, Covit 19, uzun zamandır aramızda. Ancak, gerekli testler yapılmadığı için, ya da panik yaratmamak amacıyla bilinçli olarak üstü örtüldüğü için, resmi bir açıklama yapılamıyor.
Gelelim en önemli konuya; nasıl korunacağız?
Bu konuda bilinmesi gereken en önemli nokta, bu virüsün, tıpkı diğerleri gibi, en çok, yaşlıları, kronik hastaları ve bağışıklık sistemi zayıf olanları etkilediği. Ölüm oranlarına bakıldığında da, en çok yaşlı nüfusta can kaybına neden olduğu, gençlerin virüsü kolaylıkla atlatabildiği görülüyor. Bu durumda, bize düşen, yaşlı ve hastaları bu virüsten uzak tutmaya çalışmak ve her yaştan insanın bağışıklık sistemini güçlendirmek.
Bir başka soru, hastalığın ilacı olup olmadığı… Ne yazık ki yok. Ancak son çalışmalar, Ebola için kullanılan bir ilacın, Covit 19 virüsünde de etkili olduğu konusunda, umutlandırıcı sonuçlar veriyor.
Ya aşı? Mutlaka bulunacak, ama hemen değil. Aşı bulmak, 1,5-2 yıla yayılan bir süre gerektirir. Bu kadar hızla yayılan bir virüste, aşının bulunmasını bekleyemeyeceğimiz, farklı önlemlerin peşinde olmamız gerektiği ortada.
Bir de maske konusu var; hani fiyatı uçuşa geçen, fırsatçılara gün doğduran şu koruyucu maskeler… Bu konuyu çok uzatmadan özetleyeyim: Her maske korumuyor. Koruyan maskeler çok pahalı ve tek kullanımlık, buna cep dayanmaz. Geriye elimizde ne kalıyor; hijyen! Ellerimizi bol bol sabunlayacağız, hatta dezenfekte edeceğiz; her ortamda temizliğe dikkat edeceğiz. Öpüşüp koklaşmaktan hoşlanan bir milletiz, ama buna bir süre ara vereceğiz.
Peki ne yapmamalıyız?
En önemlisi panik yapmamalıyız. Bunun hiç kimseye faydası yok.
Kafamıza göre antibiyotik almamalıyız; çünkü hiçbir virüs, antibiyotikle tedavi edilemez. Antibiyotikler, bakteriler içindir ve virüs ile bakteri tamamen farklı iki canlıdır.
Unutmayalım, biz ne virüsler gördük! Hepsini atlattık, bunu da atlatacağız.