Bu nasıl bir gündem! Her tarafından acı, kan, gözyaşı, ölüm damlıyor! Yalan, entrika, ihanet yüklü! Duyarsız bakışlar, acımasız gülüşler, yürek yakan sözcükler…
Bütün bunlar arasında, soğukkanlı ve sağduyulu kalabilmek ne zor! Yine de, yüreğimizi susturup aklımızı çalıştırmanın zamanı… Tam zamanı!
* * * * *
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, ilk kez, bir ülkeyle savaşa girdik. Hem de Meclis’in ve halkın onayı olmadan; hatta onların tüm karşı çıkışlarına rağmen… Üstelik komşumuzla savaşıyoruz. Hani halkının dörtte biri ülkemizde olan komşumuzla… Sadece komşumuzla değil, onun ardındaki, dünya devi Rusya’yla! Hem de, tüm askerlik bilimine aykırı biçimde, hava desteği olmadan… Yaralı çocuklarımızı getirecek bir helikopter, şehitlerimizi alıp gelecek bir uçak bile gönderemediğimiz topraklarda…
Yetmedi, 3000 kilometre ötemizdeki Libya’ya gönderdiler askerlerimizi. ‘Birkaç şehit’in kaç olduğunu bile öğrenemediğimiz çöllere… Yine yanlış taraftayız üstelik, yıkılmak üzere olan bir yönetimin yanında, arkasına emperyalistleri almış güçlere karşı savaşıyoruz.
Suriyeliler gitsin dedik hep, ama böyle kış günü yollara düşsünler, soğuk sularda ölümle yüz yüze gelsinler demedik. Ülkelerine huzurla geri dönsünler istedik.
Bu nasıl bir kaos! Ne yaptığımız, niye yaptığımız belli değil. Koca ülke, kafası kesik tavuk gibi, ne yaptığı belli değil!
* * * * *
Bugüne nasıl geldiğimizi, gün be gün biliyorum. Gömleğin ilk düğmesinin nasıl yanlış iliklendiğini, ardından gelenlerin de onu izlediğini yaşayarak gördüm. Deneyimli askerler, diplomatlar, akademisyenler, gazeteciler, hatta benim gibi sıradan vatandaşlar, hep birlikte uyardık. Sesimiz, alaycı kahkahalar arasında kayboldu… Yine de “ben demiştim” demenin günü değil bugün. Önümüze bakmalı… Tıpta, gelen hastayı iyileştirmeden önce, daha da kötüleşmesini sağlamak temel kuraldır. Biz de öyle yapalım…
* * * * *
Önce sorunla yüzleşelim…
‘Türkiye’nin Vietnam’ı olmaya aday Suriye topraklarında batağa saplandık. Karşımızda, gücü tükenmiş Suriye yok sadece; abisi Rusya, bütün askeri gücüyle arkasında. Dış politikada, kendi gücünün ve karşındakinin bilincinde olmadan atılan her adım, bugün yaşadığımız gibi, acı bir yenilgiyle sonuçlanır.
Milyonlarca Suriyeli ülkemizde… Ekonomimiz dibe vurdu, kendimize bile bakamaz hale geldik. Milyarlarca dolar harcıyoruz ‘misafirlerimize’. Ondan daha fazlası da, Suriye’de ve Libya’da savaşa harcanıyor.
Çare diye çocukları ölüme gönderiyoruz Ege sularında, sınır kapılarında…
* * * * *
Gelelim çözüme…
Hepsinin çözümü aynı ve çok net… Suriye yönetimiyle masaya oturulacak! Sorunu çözmek istiyorsak, yapılması gereken bu, sadece bu!
Çok net… Hep netti… Yazıldı, çizildi, konuşuldu, tartışıldı… Kimse anlatamadı…
İran girdi araya, “Suriye’yi de alalım, üçümüz oturalım masaya” dedi; yanıt bile verilmedi.
En son İstanbul milletvekilleri toplantısında, bir eski AKP milletvekili bile söyledi Cumhurbaşkanı’na: “Suriye konusunda farklı yollar denenmeli. Şam yönetimiyle görüşülse daha iyi olmaz mı?” Cumhurbaşkanı sadece öfkelendi: “Bunu CHP’nin başındaki zat da söylüyor zaten, sen niye bunu söylüyorsun ki!”
‘CHP’nin başındaki zat’ bunu söylüyor… Askerler de… Diplomatlar da… Dış politika ve strateji uzmanları da… Hatta vatandaş da…
Niye bunu söylediğimiz belli. Peki siz niye bunu söylemiyorsunuz?..