Bir liderin, ders alınması gereken hikayesini anlatacağım size...
Ülkesinin başına, dış güçlerin, özellikle ABD'nin açık desteğiyle geçti. Koltuğa oturduğu andan itibaren, en net biçimde ifade etmek gerekirse, halkına çeşitli yöntemlerle "zulmetti."
Onun döneminde halk, giderek yoksullaştı. Ülkesinde, her 4 kişiden biri, yoksulluk sınırının altında yaşama savaşı veriyordu.
Ülkenin kaynakları, onun, oğullarının, yandaşlarının ve bir miktar da kendisini iktidara taşıyanlarındı. Yeraltı ve yerüstü kaynaklarını, vatandaşın bütün itirazlarına, protestolarına rağmen, "peşkeş çekti." Topraklarını, ormanlarını, suyunu korumak isteyen vatandaşların protestosunu şiddetle bastırdı.
Adalet sistemini yerle bir etti; yargı sistemini kendi kontrolü altında tutmak ve böylece güçler ayrılığı ilkesini ortadan kaldırmak için elinden geleni yaptı. Kendisinin ve yandaşlarının çıkarına uygun yasaları çıkardı; yetmedi, var olan yasaları da kendi işine geldiği gibi yorumladı ve kullandı.
Yaşanan yoksulluğa, adaletsizliğe, haksızlığa ve doğa katliamlarına karşı çıkanları, ağır bir dille eleştirdi, hakaret etti. Uyguladığı sözlü ve bedensel şiddet yetmezmiş gibi, yargı aracılığıyla cezalandırma yolunu seçti. Hapishaneler, düşünce suçlularıyla doldu. Onun deyimiyle 'teröristlerle'.
* * * * *
Ülke halkını kamplaştırmak için elinden geleni yaptı, başarılı da oldu. Halk, karpuz gibi ortadan yarılıp bambaşka kutuplara savruldu. Birbirleriyle uzun zaman bir daha birleşemeyecek şekilde...
Bolca yalan söyledi... Yalan olduğunu bile bile... İnsanların gözlerinin içine bakarak... Hitler'in Propaganda Bakanı Goebbels'in, "bir yalanı ne kadar çok söylerseniz, o kadar inananı olur" ilkesiyle, aynı yalanı defalarca yineledi.
Bu arada, dini, siyasetinin bir parçası olarak, sonuna kadar kullandı.
Sansür uygulamalarını giderek genişletip, muhalif her sesi susturmaya çalıştı.
İşler yolunda gitmediğinde, dış güçleri suçlamayı ihmal etmedi. Olup bitende onun hiç suçu yoktu; ülkeyi bu hale getiren, hep dış güçlerdi.
* * * * *
İktidara seçimle gelmişti. Sayılı gün çabuk geçer, bir sonraki seçim yaklaşmıştı...
Onun, ülkenin zenginliklerine 'çöken' ailesinin ve tüm kaynakların peşkeş çekildiği yandaşlarının, kaybedecek çok şeyi vardı. Bu nedenle seçimi kazanmak zorundaydılar.
Koltuğunda kalabilmek için, seçim öncesinde devletin tüm kaynaklarını ve medyasını kullandı. Yalanlarını ve hakaretlerini artırdı. Tehdit etti, korkutmaya çalıştı. Oysa en çok korkan oydu...
İlk turda başarı elde edemedi. Rakibi de kazanamadı. Böylece seçim ikinci tura kaldı.
İkinci turda, asla kabullenemediği bir gerçekle yüzleşti: Kaybetmişti! Koltuğunu kaybetmemek için direndi, itiraz etti, hatta orduyu darbe yapmaya çağırdı. Ama olmadı...