Son zamanlarda bireysel değişimle beraber, bireysel evrimimin arayışı içindeyim.
Bu arayışta ilk farkettiğim ışık ise; insanın “kendisini bilmesi” gerektiği oldu.
Kendinizi tanımanız, bilmeniz, iyi ve kötü yanlarınızı keşfetmeniz, bunları idrak etmeniz gerekiyor.
Kendini idrak etmiş kendi sınırlarını kendi belirleyebilir hale gelmenizin ardından yüzleşmenizle mümkün oluyor had bilmek.
Zira, kendi sınırlarını belirlemeyen insanlar haddini bilmiyor!
Haddini bilmeyen ise, kendinde fark edemediği haliyle, “bilmediğini biliyorum sanıyor” hadsizliği ile kendini nasılda duygusal bir çırpınma ve ret etme süreci yaşattığını idrak edemiyor.
Ben neyi yapabilirim?
Ben neyi yapamam? bilmeme hali ile duygusal çırpınmaları içerisinde kendinde eksik olanı tamamlama ihtiyacı ile adeta tüm dünyaya “gel beni hırpala” çağrısı yapıyor.
Şöyle ki; hayatımızda bazı kavramlar vardır.
Örnek vermek gerekirse “başarı” kavramından söz edelim...
Gitar çalıp beste yapmak isterken, ailenizin öngördüğü branşta eğitim alıp onların istediği mesleği yürüttüğünüzde ,kendinizi onları mutlu ettiğiniz için başarılı olduğunuzu sanabilirsiniz!
Oysa gerçekte olmayan her şey “ego” dur.
Ailenizin size çizdiği yaşam tarifi ile sizinkinin aynı olmadının farkında bile değilseniz.
Önemli olanın “size iyi gelen” şeyi yapmak konusunda, sınırlarını kendinizin belirlemediği hiç bir olguda kendinizle ilgili “başarılıyım” gibi ve benzeri ilanlarda bulunamazsınız.
Çünkü, yokluğunu hissetmediğiniz hiç bir şeyi yaratamazsınız!
Kabul edin, bu kadarım deyin!
Haddinizi bilin..
Kişinin kendinde, neyi yapıp neyi yapamayacağını bilmesinin simgesi “haddini bilmek” farkındalığının sunduğu eşsiz ve engin denizde ancak özgürce yüzebilirsiniz...
Aksi halde, bilmediğiniz halde “had “ bildirme heveslisi görünürsünüz...
Kıssadan hisse;
Daha fazla, kabak tadı vermeden, hikaye ile sözlerimi tamamlayayım.
Ulu bir çınar ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş.
Bahar ilerledikçe bitki çınar ağacına sarılarak yükselmeye başlamış.
Yağmurların ve günesin etkisiyle müthiş hızla büyümüş ve neredeyse çınar ağacıyla aynı boya gelmiş.
Bir gün dayanamayıp sormuş çınara;
*Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç?
*82 yılda, demiş çınar.
*82 yılda mı? diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak. Ben neredeyse 2 ayda seninle aynı boya geldim bak!
* Doğru, demiş çınar, doğru…
Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgârları başladığında kabak önce üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış.
Kabak endişeyle sormuş çınara;
* Neler oluyor bana çınar?
* Ölüyorsun, demiş çınar…
* Niçin?
* Benim seksen iki yılda geldiğim yere sen iki ayda gelmeye çalıştığın için…