Ben, göze bakarak konuşmayı severim, gözler yalan söylemez! gibi yanlış bir inançla, özü sözü bir olduğumdan, karşımdakinin, içtenliğini fark edeceğimi sanırım.
Bilmem ki en büyük yanılgım, her şeyi bildiğimi sanmamda başlar.
Nasılda büyük bir hatadır, inandığının doğru olduğunu sanmak…
İnandığımız için, sakınmadan aldanırız.
Eğer birde karşınızda, hayatını iki yüzlülük üzerine inşa etmiş; ‘hırs, haset ve kıskanç’
yüzünü örtmüş, tamamen yalan yüzünü göstermiş olan dostuma hepten, aldanırım.
Yetmez! yanılırım, kendim gibi bildiğimin olmadığını anlayamam.
Hal böyle olunca, karşımdakinin beni aldatmaya bu anlamazlığıma gösterdiği riyakârlığın, vefasızlığın da farkına varmam.
Geçte olsa fark etmemde ise yine bu kadar yanılmış olamam sanır, kendimden şüphe ederim.
Haklıyım diyemem, açık edemem, beni yanıltabileceğini, kandırabileceği, düşüncesini ona ben vermişimdir derim.
Sonrasında daha dikkatle bakar, bakınca görür, gördüğümde anlarım.
İnsanlığın imtihanı olan bu tarihi hastalıkla karşılaşmaya şaşırmam; sabır ile susarım.
Bu susuş, vefasızlığa sessizlik, dostluk yaptığım zamana olan, yaşanmışlıktan gelir.
Bu benim sınavımdır.
Terbiye ettiğim nefsimin bana; ‘sen de onlar gibi olma, özü, sözü bir olmaya devem et,
hasetle davranma, sakinlikle izle…’ söylediklerini dinlerim.
Her şeyi anladığımı anlatan sessizliğim ile susmaya devam ederim.
Arkamda kalan iki yüzlüler, öylesine bencildirler ki, dünya menfaatleri uğruna, bu hevesler nedeni ile şirazesi bozulmuş karakterini, kendiliğinden açık etmesiyle alçaldıklarını anlamazlar; gözlerde, gönüllerde…