Öncelikle kendinizi tanıtır mısınız? Kendinizi tanıtırken de federasyon başkanlığına uzanan başarı öyküsünü özetler misiniz?
Ben Antalya, Serikliyim. Aksu Öğretmen Lisesi’nde ortaokulu ve lise öğrenimi tamamladıktan sonra Burdur Eğitim Fakültesi’ni tamamladım. Daha sonra da Beşkonak’ta öğretmenlik yaptım. Sonra zorunlu şark hizmetinden dolayı Muş’ta 5 yıl çalıştım. Büyük Marmara depreminden sonra Sakarya’da 3 yıl çalıştım. Oradan sonra Antalya’ya geldim. Sınıf öğretmeniyim. Gündoğmuş, Çaltı Köyü’nde bir dönem çalıştım. Şu anda Faruk Tugay İlköğretim Okulu’nda öğretmen olarak görev yapıyorum. Konfederasyon başkanlığına gelmeden önce Antalya’daki eğitim süreci benim için çok önemliydi. 2005 yılında Antalya’ya dönmüştüm. 2006 yılında Eğitim-İş’i kurduk. Onun ilk kuruculuğunu yaptım. Ben 4 yıl Eğitim-İş’in basın yayın ve örgütlenme sekreterliğini yürüttükten sonra 2009’da Eğitim-İş’in Antalya Şube başkanlığı görevini üstlendim. 2016-2017 yılları arasında bir yıl Eğitim-İş’in Genel Başkanlığı’nı yaptım. Bu süreçte olağan seçimler gerçekleşti ve akabinde konfederasyon seçimleri vardı. Dolayısıyla bir üst görev olan Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu Genel Başkanlığı’na aday oldum ve halen o görevi devam ettiriyorum.
Sendikacılık siyaset yapmaktan daha zordur. Böyle hassas bir zeminde bu başarıyı elde etmeyi neye bağlıyorsunuz?
Valla bunun tek bir nedeni var. Ben çok çalışmaya bağlıyorum. Burada Eğitim-İş Antalya Şube başkanlığım sürecinde de sabah saat 07.00’den akşam saat 19.00’a kadar süren bir sendikal süreç yaşadık. Sendikacılık iki şekilde değerlendirilebilir. Bir kendi ilinize hakim olacaksınız, iki Türkiye geneline hakim olacaksınız. Ama siyaset böyle değil. Yerelde siyaset yapacaksınız Antalya’yı bilmeniz yeterli. Ama sendikaların kent değil de, üst bürokrasi de yani genel başkanlıkta, yönetim kurulunda bulunabilmek için tüm Türkiye’ye hakim olmanız gerekir. Öyle bir ekip kuracaksanız ki tüm Türkiye’de sizinle birlikte mücadele eden arkadaşlarınız olacak. Ben onlara yol arkadaşları diyorum. Benim ekibim de ‘yol arkadaşı’ diye bilinir sendika içerisinde. Yol arkadaşlarımızla birlikte Türkiye genelinde çok ciddi bir çalışma yaptık ve başarı da ardı ardına geldi. Sıfırdan aldığımız Eğitim-İş’i 3 bin 500’lere çıkarmış olmak, akabinde konfederasyonumuza bağlı Tüm Yerel Sen, Genel Sağlık-İş, Büro-İş gibi sendikalarımızı örgütlemiş olmamız ve onlarında bize güç katmasıyla bugün 6 bin kişilik bir sendikal örgütlenmenin sahibi olmamız konfederasyon sürecine giden yolda bizim önümüz açmış oldu.
ÖĞRETMENLİĞİ ÇOK SEVİYORUM
Hem konfederasyon başkanısınız hem de öğretmenliğe devam ediyorsunuz. İkisini nasıl bir arada götürebiliyorsunuz?
Ben öğretmenliği çok seviyorum. Öğretmenliğe Şubat ayına kadar devam ettim. İlk yarıyılda öğretmenliği bıraktım. Bir altı ay hem konfederasyon başkanlığı,hem de öğretmenliği sürdürdüm. Ama çocukları da yarı yolda bırakmak istemedim açıkçası. Sene başında almıştım, yarı yolda bırakmak istemedim. Çocuklar tabii ki gurur duyuyorlar. Öğretmenim sizi televizyondaki gördük diyorlar. Onlara diyorum ki, siz de böyle olacaksınız. Öğretmenliğim döneminde sürekli çocuklara çok okumalarını aşıladım. Okuttuğum en son sınıfta da bunu öğrettim. Başarının nasıl geldiğini, nasıl elde edildiğini çocuklar canlı örneklerle görmüş oldu. Benim için de çok önemli bir süreçti. Buradaki öğrencilerimin geleceğini çok merak ediyorum. Geçmişteki dönemimde başka illerde yaptığım öğretmenlik sürecinde de çok başarılı doktorlar, mühendisler oldu. Muş sürecini anlatayım size. 30 kişilik sınıfta kimse Türkçe bilmiyordu. O sınıftan şu anda doktorlar ve avukatlar var. Ben öğretmenliği seviyorum. Yarın konfederasyon başkanlığını bıraksam ne yaparım? Gelir yine öğretmenlik yaparım.
Genellikle okul yönetimleri daha çok hükümete yakın sendikalarla araları iyidir. Bu 6 aylık görev yapma sürecinde okul yönetimin tavrı nasıldı?
Ben öğretmen lisesi mezunuyum ve işimde iddialıyım. Eğitim-İş’in de mesleğini çok iyi yapan arkadaşlardan oluştuğunu biliyorum. Muhakkak diğer meslektaşlarımızda çok özverilidir ama Eğitim-İş üyesi öğretmenlerin bir farklılığını göreceksiniz. Dolayısıyla ben bu süreç içinde işimi en iyi ve en üst düzeyde yapmaya çalıştım. Okul yönetiminin takdir etmekten başka yolu ve çaresi kalmamıştır. İşinizi iyi yaparsanız elbette en üste uğraşabilirsiniz ama bu dönemde okul içerisinde ve sistemi eleştirirken, müdürler, ilçe müdürleri, il milli eğitim müdürleri zaman zaman rahatsızlık hissediyorlardı. Benim işim de bu sistemdeki yanlışları bulup, doğrularını söylemek.
Biz devlet memurluğu kuralları içerisinde hareket eden insanlarız. Dolayısıyla müdür eğitim çalışması içinde olmayan usulsüz bir çalışması asla bize yapamaz. Eğitim müfredatı içinde olan her türlü çalışmayı alırız. Okul müdürü bana dese ki Mehmet Bey şu bayramı kutlama görevi senin. Ben çıkarım onu en iyi şekilde kutlarım. Hiç de gocunmam. Çünkü asıl işim o. Benim asıl işim öğretmenlik. Ben asıl işimin önüne sendikacılığı hiçbir zaman koyamam. Önce iyi bir öğretmen, iyi bir yurttaş olmam lazım. Zaten iyi bir öğretmenseniz sendikacılık kendiliğinden geliyor. O yüzden özelikle benim okul müdürüm benim işlerime o noktada çok karışmamıştır.
Eğitim-İş, Eğitim-Sen’in içerisinden çıktı. O zaman Eğitim-Sen ciddi tepki göstermişti. O süreçten bu sürece nasıl gelindi?
Eğitim-İş’in tarihi çok enteresan. Ben ilk Eğitim-İş üyesiyim. 12 Eylül’den sonra Eğitim-İş vardı. Ben 1993’te öğretmenliğe başladım. O zaman Eğitim-İş üyesiydim. Daha sonra solda SHP’nin ve SODEP sürecindeki birleşme olduğu zaman sendikalar içinde ‘ farklı farklı sendikalar olmasın birleşilsin’ denildi. Eğit-Sen ve Eğitim-İş birleşerek Eğitim-Sen olarak devam etti. Eğitim-Sen’deki süreç anadilde eğitim noktasına dayandığı zaman, anadilde eğitimden kastımız da şu: herkes anadilinde okuma yazma faaliyetini yürütsün. Anasınıfından, üniversiteye kadar anadilde eğitim. Yani Kürt vatandaşımız Kürtçe, Laz vatandaşımız Lazca, Türk olanda Türkçe eğitim alsın. Tabi bu Türkiye’nin bütünlüğü açısından pek mümkün değildi. Kabul edilebilir değildi. O dönemde 2005 öncesinde çok ciddi tartışmalar yaşandı. Cumhuriyete bağlı olan insanların, böyle bir taleple, cumhuriyetin kurduğu sisteme karşı başka bir sistemle yürüyemeyeceği ortaya konulduktan sonra Eğitim-Sen’den Eğitim-İş ayrıldı. Tabi burada çok büyük mücadeleler vermek gerekti. Sizi faşistlikle, bölücülükle suçladılar. O süreci aşmak bizim için kolay olmadı. Ama neydi? Dik duruşumuz, ulusal değerlere verdiğimiz önem ve çalışmalarımızla biz bunu aşabildik ve adım adım büyüdük. Bugün Eğitim-İş’in Antalya’daki üye sayısına bakıldığı zaman Eğitim-Sen’den bin 500 kadar daha öndeyiz. Biz sendikacılığa Eğitim-İş olarak başladığımıza zaman daha 100 kişiyken, Eğitim-Sen’in sayısı 5 binlerdeydi. O dengeyi tutturabilmek kolay değil. Şöyle de bir gerçek var. Eğitim- Sen’den istifa edenlerin hepsi de Eğitim-İş’e gelip üye olmadı. Bu anadilde eğitim taleplerinden dolayı Eğitim-Sen’de çok ciddi istifalar olmuştu. Bir bölümü o dönemde Eğitim-İş olmadığı için Türk Eğitim-Sen’e üye oldular. Daha sonra biz kurulduktan sonra Türk Eğitim-Sen’den ve Eğitim-Sen’den çok ciddi üyeler aldık. Sendikasız olanlardan çok ciddi üye yaptık. O yıllarda Antalya’da 22 bin civarında eğitim çalışanı vardı. 2005 yılı öncesine baktığımız zaman sendikalı sayısı yarı yarıyaydı. Çok ciddi çalışma ile o sayısı biz 3 bin 500’e çıkardık. Bugün Antalya’da söz sahibi bir sendika haline getirdik. Türkiye süreci de buna paralel şekilde devam etti. Eğitim-İş’in Adana, Mersin, İstanbul’a kadar uzanan, Trabzon, Elazığ, Kayseri’sinden Malatya’sına kadar tüm illerde örgütlenmesini tamamladı. Birçok ilde de şubeleri var.
CUMHURİYET DEĞERLERİNE ÖNEM VERİYORUZ
Sendika üye sayısını arttırmak, daha güçlü olmak ses çıkarma anlamında ancak sendikaları etkisizleştirme süreci yaşıyoruz. Bununla ilgili verdiğiniz mücadele nedir?
15 yıllık Ak Parti Hükümeti süresinde, sendikasızlaştırma ya da yandaş sendikaya üye yapma gibi bir süreç yaşandı. Dolayısıyla okullara bakıldığı zaman ilk dönemde, 2005 yılında Ak Parti iktidarının başladığı zaman Kamu-Sen’e bağlı Türk-Eğitim-Sen aktifti. Tüm yöneticiler Türk Eğitim-Sen üyesiydi. Onlardan bir baskı vardı Türk Eğitim-Sen’e üye yapma adına. Bu birkaç yıl içerisinde Eğitim Bir-Sen’in hareketlenmesine, okul yöneticilerinin Eğitim Bir-Sen yöneticisi olmasıyla birlikte iktidara yakın Eğitim Bir-Sen’e üye talepleri ve baskıları artmaya başladı. Bu dönemde diğer sendikaların hepsi üye kaybederken Eğitim-İş, sadece cumhuriyet değerlerine verdiği önem, emek mücadelesine kattığı değerle birlikte yükselmeye başladı. Biz hiç kimseye göre söz söylemedik. Hiçbir siyasi partiye bağlı kalarak söz söylemedik. Sadece biz eğitimcinin enler yapması gerektiğini, Türkiye’deki eğitim sisteminin nasıl olması gerektiğini söyleyerek yolumuza devam ettik. Bu süreçte ciddi eylemlikler süreci yaşadık.
HER ZAMAN FETÖ’YE KARŞIYDIK
15 Temmuz’dan sonra en büyük sıkıntı eğitim alanında oldu. FETÖ’nün en çok yuvalandığı, yapılandığı yer eğitim sektörü oldu. Sizin sendikanızdaki insanlar bu sorgulanmalar ve görevden alınmalardan etkilendi mi?
Tam sayılarını biliyorum ama vermem doğru olmaz. Eğitim-İş’in Türkiye genelinde 250 tane üyesi o dönemde sorgulandı ya da açığa alındı geçici olarak ya da FETÖ ile bağlantı kurulmak istenildi. Eğitim-İş bir öğretmenin FETÖ ile hiçbir şekilde bağlantılı olamayacağı belli. Benim genel başkanlığım dönemimde yaşandı bu durum. Bu mücadeleyi biz en üst düzeyde verdik. Hatta o dönemde biz bir şey çıkardık bakanlık artık ‘biz bir şey bulamıyoruz. Siz suçsuz olduğunu ispat edin. Biz arkadaşlarınızı göreve döndürelim’ dedi. Biz de ‘ biz suçsuz olduğumuzu söylüyoruz. Siz suçsuz olduğumuzu ispat edin.’ Eğitim-İş üyesi bir öğretmenden ülkenin bütünlüğüne zarar verecek bir şey beklemek mümkün değil. O dönemde üyeleri en az soruşturmaya tabii tutulan sendika Eğitim-İş sendikasıdır. Diğerleri binlerle, 5 binlerin üzerinde sorgulanırken -3 sendika için söylüyorum- Eğitim-İş’in 270 küsurdu benim genel başkanlığım dönemimde. Kısa sürede de hepsi görevine geri iade edildi. Bugün de bu kapsamda sanıyorum 25 tane üyemiz var açıkta olan. Onların da tüm savunmaları yapılmış ve hiçbir bağlantıları olmadığı ispat edilmiş ama biliyorsunuz hükümet burada bazı şeyleri bilerek bekletiyor ve geciktiriyor. Adım adım her gün yeni bir uydurarak ‘kusura bakmayın’ noktasına getiriyorlar. Ama Fettullah Gülen’e biz Ak Parti iktidara geldiği zamanda karşıydık. 12 Eylül’den sonrada bizim gibi öğretmenler hep karşıydı. Ak Parti iktidarı döneminde bizim yaptığımız basın açıklamalarına bakın, her basın açıklamamızda Fettullah Gülen’in terör örgütü olduğunu biz söylemişizdir. Mesela Antalya’da bir Metin Borazan diye Vali Yardımcımız vardı. Bir sınavda yolsuzluk yapılmıştı. Onunla ilgili ben bir basın açıklaması yapmıştım. ‘Sen kimin borazanısın? Fettullah Gülen’in borazanı mısın?’ diye sormuştum. O tarihte bana soruşturma açtılar. Antalya Savcılığı’nda gidip ifade verdim. Sonunda suçsuz olduğumuz ortaya çıktı. Ama biliyorsunuz bir savcı tayin edilmişti Osman Şanal. O da Fettullah Gülen’in savcısıydı. O daha gelir gelmez dosyayı yeniden açıp, yeniden dava açmıştı. ‘Siz nasıl borazan dersiniz?’ diye. Orada da bir sonuç alamadılar. Yani benim duruşum Fettullah Gülen’e karşı bellidir. Genel olarak terör örgütleri ile bizim ya da bizim üyelerimizim bağdaşması söz konusu değil.
EĞİTİM MUTLAKA PARASIZ OLMALIDIR
Sağlık ve eğitim siyasetin girmemesi gereken iki önemli nokta. Buna dayanarak hükümete yakın öğretmenlerin yolunun açıldığını düşünüyor musunuz?
Hükümete yakın öğretmen aslında yok. Ama hükümet sendikası öğretmenleri yıldırarak, baskıyla, zorla, sürgünle tehdit ederek kendi ideolojik yaptırımları uygulatmaya çalışıyor. Dolayısıyla bugün açıkta bekleyen, ataması yapılmayan bir buçuk milyona yakın öğretmen adayı var. Bu yüzden öğretmenler sessiz kalıyor. Eğitim sistemini bozan da bu sessizlik. Bugün Eğitim Bir-Sen üye binlere öğretmen var. Gelin bakın hiç birisi o ideolojiyi savunmadığını söyler. Sırf mesleğine devam edebilmek için, tayin, baskı korkusuyla sessiz kalıyor. Yüzlerce yönetici, yönetici kalabilmek için onların sendikasında kalıyor. Oysaki iki önemli meselemiz parasız olması konusunda. Eğitim ve sağlık. Ben hep bunu savunurum. Ben mesela özel okulların kesinlikle karşısındayım. Hiçbir şekilde özel okulun vereceği eğitimin kaliteli olacağına inanmıyorum. Hala bunu iddia ediyorum. Çünkü en kaliteli öğretmenler devlet okullarında en kaliteli eğitimde her şeye rağmen devlet okullarında verilmekte. Örneğin bugün ‘sağlığı ücretsiz yapacağız’ diye özel sağlık sistemini getirdiler. Gidin özel hastaneye normal muayene ücreti için bile cebinizde 50 lira çıkıyor. Eğitim ve sağlıkta tarafsız olmak gerekiyor. Eğitim siyasi bir olaydır. Eğitimi siyasetin dışına atamayız. Her ülke kendi resmi politikası ile öğrenci yetiştirmek ister. Hükümet politikası değil bakın, devletin resmi ideolojisini geleceğine açıklamak ister. Sağlık daha farklı bir bakış açısı tabii ki. Herkese eşit yaklaşmak gerekir. Sağlığın dili, dini, ırkı olmaz. Ama bugün ülkemize bakıyoruz ki sağlıkta eğitim de iktidarın kontrolü altında. Bugün reva mıdır çocuklarımızın bu kadar gerici bir eğitime, müfredata tabii tutulması? Hükümet bunları yaparken hiç kimseye sormadan, danışmadan bunları yapıyor. Zaman zaman şunlarla görüştük, ‘anket yaptık’ diyorlar ama bana hiç kimse ispat edemez. Sadece kendi ideolojisine uygun düşünceleri milli eğitim içinde kabul ettiriliyor ve uygulanıyor.
FETÖ’nün eğitim kurumlarından tamamıyla temizlendiğini düşünüyor musunuz?
Mümkün değil. Nasıl olacak? 105 bin civarında eğitim çalışanı açığa alındı. O sayısı şimdi 20 binlere falan düştü. Ama gerçekten Fettullah Gülen’e bağlı olan eğitim çalışanları da var. Onun yurtlarında, tarikatından yetişmiş insanlar eğitim sistemimin içinde yer aldılar. Sadece sessiz kaldılar ama hala eğitim sisteminin içindeler.
Eğitim şuraları yapılıyor mu hala?
Yapılıyor. En son Manavgat’ta yapıldı.
Bu şuralarda sendikaların görüşlerini alınır mı?
Eğitim şuralarında elbette sendika olarak davet alıyoruz ama eğitim şuralarında, şuranın kararı bağlayıcı değildir. Tavsiye niteliğindedir. Ama davet edilen kişilerin niteliğine baktığınız zaman örneğin, belli sayıda okul yöneticisi davet ediliyor. Milli Eğitim Bakanlığına bağlı üst düzey personel davet ediliyor. Sendikalardan üçer dörder kişi davet ediliyor. Dolayısıyla orada ekip birleştiği zaman ezici bir çoğunlukta iktidar yanlısı şura katılımcılar ile karşı karşıya kalıyorsunuz. Siz istediğiniz kadar çağdaş, bilimsel, laik eğitim deyin, orada biri çıkıyor diyor ki imam hatiplerin sayısı arttırılmalıdır, oylayalım diyorlar. Kabul ediliyor. Buna benzer örneklerle dolu. Derslerde Arapça seçmeli ders ya da resmî ders olsun diyor, hemen çoğunluk kabul ediliyor. O yüzden eğitim şuraları, eğitimin tarafsız konuşulduğu yerler değil. Şuraya seçilenler tamamen iktidarın istediği kişiler doğrultusunda seçiliyor. Dolayısıyla Eğitim-İş’ten 4 tane katılımcı çağırsalar da bir şey ifade etmiyor.
OHAL KALDIRILMALI
Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu’nun başına geldiğinizde ilk harekete geçtiğiniz konu nedir? İlk belirlerdiğiniz proje ne oldu?
Ben konfederasyonu 24 Aralık 2017’de devraldım. İlk hafta gittiğimiz zaman “OHAL’e hayır” diye Kızılay’da bir basın açıklaması yapmak istedik. Daha sahaya çıkmadan gazla ve suyla müdehale edildi. Dolayısıyla bizim mücadele edeceğimiz en önemli nokta OHAL’in kaldırılması. Yani sendikalar, sivil toplum örgütleri, demokratik örgütler doğru işleyecekse OHAL’in kadırılması gerekiyor. OHAL sistemi içerisinde ne sendika, ne siyaset, ne de demokratik kitle örgütlerinin doğru düzgün işlemesi mümkün değil.
SEÇİME KADAR OLMAZ
Siz OHAL’in genel seçimler öncesi ya da Afrin’ki operasyonun sonunda kaldırılacağınıza inanıyor musunuz?
2019 seçimlerine kadar hükümet OHAL’i kaldırmak istemeyecektir. Ama şunu söyleyebilirm: Biz OHAL’in kaldırılması için mücadele etmek zorundayız. En başta muhalefet partileri buna taraf olmalı ve bunun için çalışma yürütmeli. OHAL koşulları içerisinde ne siyasi partiler görevlerini tam olarak yapabiliyor, ne de sendikalar yapabiliyor. Bugün OHAL’e sessiz kalmak, OHAL’le tepki göstermemek anlamına gelir. Sınır ötesi operasyonlara şöyle bakıyorum; kendi sınırlarımızın içerisinde oluşabilecek sorunları önlemek için, elbette devlet belirli güvenlik önlemleri alır. Ama bu OHAL dayatmasını beraberinde getirmemeli. Yeni bir olay değil bu. Kuzey Irak’a ordumuz girip, çıktı. Suriye öyle. Ama bunun OHAL’e gerekçe oluşturması doğru değil.
Yerel bazda bakıldığında Antalya’da işsizlik oranı, açlık sınırı gibi oranlar nedir?
Ülke geneline bakıldığı zaman resmi rakamlar var zaten. Bu sayılara görede ülkede çok ciddi sayıda işsizlik var ve işsizliği örtmek için hükümet okullara zaman zaman geçici süreli çalışanlar alıyor. Örneğin okullara ilk yarı yıl için Antalya’da bin küsür çalışan alıyor. İŞKUR, kaymakam ya da valilikler aracılığıyla ara eleman alıyor. Bunları sanki yıl içinde çalışmış gibi gösteriyorlar. Dolayısıyla işsizlik rakamaları hükümetin verdiğinden çok daha üst seviyelerde. Asgari geçim stadardında çalışan memur sayısı çok az. Bugün eğitim, sağlık çalışanları yoksulluk sınırının çok altında. Ancak eşler birlikte çalıştığında yoksulluk sınırının üstünde ya da çok az üstünde oluyor. Antalya’da bakıldığı zaman turizm bölgesi. Çok ciddi sayıda çalışan insan kasım ayında başlayıp, nisan ayının başına kadar işsiz. İnsanlar 7, 8 ay kazandıklarıyla geçiniyorlar. Bunun önlenmesi gerekiyor. Terör ve OHAL baskısı dünya turizmin etkilediği için Antalya’da da çok ciddi sayıda işsiz oranı var. Bakıldığı zaman Antalya’daki birçok insan şehir yaşantısında köye bağlı yaşıyor. O dönemi bir şekilde geçiriyoruz ama il dışından gelip, Antalya’da turizm sektöründe çalışan binlerce insan 6 aylık bir dönemi işsiz olarak geçiriyor.
GERÇEK RAKAMLAR YOK
İstihdam seferberliğinde ortaya çıkan rakamları gerçekçi buluyor musunuz?
Yok bulmuyorum. Gerçek rakamlar olması mümkün değil. 8 aylık dönemde çalışmayanları işsiz olarak sayıyor mu hükümet? Ona bakmak lazım. Adam 6 aylık dönemde giriş çıkış yapmış olsa bile onu işsiz olarak görmüyor. Dolayısıyla antalya’da verilen rakamların en az iki katıdır işsizlik rakamları. Eğer 180 bin verdilerse rakamı eminim ki çok daha fazladır. Hele hele bugün köylere bakıldığı zaman oradaki insanlar açlık sınırın altında çalışıyorlar. Belki iki dönüm serası, iki ineği var ama kazancına baktığınız zaman çok düşük rakamlar. Sadece kendi ürettikleri ile geçinmeye çalışan insanlar bunlar. Sosyal yaşam hiç yok. Dolayısıyla sadece karnını doyuran insanlarla dolu. Kim istemez ki hem ürettiğinden para kazanmak hem de sosyal yaşamın içinde olmak? Antalya’da zaetn kent nüfusu ile kırsal nüfus hemen hemen birbrine yakın.
Toplumun en büyük sorunu o zaman kaygı diyebilir miyiz?
Zaten Ak Parti’nin sürekli iktidarını devam ettirmeinin en büyük nedeni de kaygı. Bu da olmazsa ne yaparız kaygısı.
Bu konularla ilgili proje üretiyor musunuz?
Elbette üretiyoruz. Ama siz istediğiniz kadar proje üretin uygulayıcı iktidar. Ben bununla ilgili geniş çaplı açıklamalar yapıyorum.
İktidarın br uyanıklığı da var. muhalefetten gelecek uygulanabilecek fikirleri bekleterek, daha sonra kendi fikirleri gibi sunuyor. Asgari ücret belirlemede bunu yaşadık.