Sinema dünyasının önemli yönetmenleri arasında yer alan Eli Kazan’ın Zülfü Livaneli ile olan kadim dostluğunu, Livaneli’nin çoğu kitabından biliyoruz. Ancak bu kez Kazan’ın bambaşka yönlerini öğreniyor, ihanet ve direniş arasında geçen ömrünün çıkmazlarına konuk oluyoruz. Elia İle Yolculuk kitabıan geçmeden önce, Elia Kazan’ın hayatına bir gözatmak gerektiği kanısındayım. Elia Kazan, 7 Eylül 1909 tarihinde Kayseri asıllı Rum bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Dönemin koşulları ve Rum olmaları sebebiyle ailesi, kendisi henüz 4 yaşındayken New York’a göç etti. 1930’lu yıllarda tiyatro oyunculuğu yapmaya başlayan Kazan, 1940 yılında tiyatro yönetmenliği yapmaya başladı ve tüm Amerika’da şöhret sahibi oldu. Marlon Brando ve James Dean gibi önemli oyuncular yetiştiren Kazan, önemli pek çok isimle kurduğu dostluklarla da dikkat çekiyor. 1988 yılında yayınlanan, yönetmenliğini ve senaristliğini Zülfü Livaneli’nin yaptığı Sis filmine konuk oyuncu olarak katılan Kazan, 1952 yılında Amerikan Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesi (HUAC) tarafından sorgulandı ve sinemacı 7 arkadaşının komünist eğitimi aldığını söyleyerek meslekten men edilmelerine neden oldu. Öyle ki, arkadaşlarından biri olan senarist Abraham Polonsky, Elia Kazan’ın 1999 yılında onur oscarı kazandığını duyunca, “Umarım biri onu ödülünü alırken vurur” diyerek kızgınlığını dile getirmişti. McCarthy ile işbirliği yapmakla suçlanan Kazan, ‘hain’ damgasından ömrü boyunca kurtulamadı. Kazan, 28 Eylül 2003 tarihinde New York’ta önemli bir sinemacı olarak hayatını kaybettiğinde 94 yaşındaydı.
ANADOLU GÜLÜŞÜ
Elia Kazan, kendini bir Amerikalı ya da Yunan olarak tanımlamıyor. Amerika’da büyümesine karşın Kayseri kökenli olması nedeniyle kendini Anadolu çocuğu olarak gördüğünü söylüyor. Kendine has gülüşünü ise ‘Anadolu gülüşü’ olarak isimlendiriyor. Livaneli’nin bir çeşit anı olan kitabı Elia Kazan İle Yolculuk da bu temel üzerine kurulu. Kazan’ın hayatı, yaptığı yanlışlar, yaşadığı evlilikler, sanat ve sinema dünyasına verdiği emekler, yetiştirdiği isimler üzerine bilinmesi gereken bilgiler sunuyor. Senatör McCarthy ile yaptığı ‘işbirliği’ nedeniyle kazandığı 3. Oscar ödülünü buruk kaldıran Kazan’ın itiraf edemediği pişmanlığına da tanıklık ediyoruz. Livaneli, bir röportajında Kazan’ın ‘ihanetini’ “Yaptığı bir hatanın –küçültmeye çalışmıyorum, ihanet de diyebilirsiniz- bir adamı ölene kadar, yarım yüzyıldan fazla kovalaması gerçek bir Yunan trajedisi bence. Kurtuluş yok, af yok, dönüş yok; sadece bu suçla ölmek var. Üzücü bir durum değil mi? Ne yazık ki Amerika, faşist McCarthy dönemini, zalimler açısından değil, kurbanlar üzerinden irdeliyor. Dürüst bir adamın hayatındaki tek ‘’ihanet’’ in yarattığı trajedi. Ne yazık!” sözleriyle anlatıyor.
KARMAŞIK BİR KİŞİLİK
Kitapta pek çok anısının yanı sıra kişiliine dair önemli ipuçlarını da bulabileceğimiz Kazan’ı, Livaneli, verdiği bir röportajda şöyle tanımlıyor; “Elia’nın çok karmaşık bir kişiliği vardı. Bütün dünya onu ‘’büyük yönetmen’’ olarak selamlarken, o, basit bir köylü gibi düşündüğünü öne sürerdi. Bertolt Brecht’in, New York’ta bir oyununu yönetmesi için yaptığı bir öneriyi reddetmişti. Kendisini bir oyuncu yönetmeni olarak görüyor, sinema kadrajlarından vs. fazla anlamadığını söylüyordu. Oysa bunca büyük filme imza atan bir yönetmen hiç anlamaz olur mu? Ama kendi kendisini hırpalayan bir adamdı. Tabi çevresindekileri de. Gençlik döneminde çok asi birisi olduğu anlaşılıyor. Yaşlılığında da öyleydi ama onca acı deneylerden geçmiş olan bir kişide, olağan karşılamamız gereken bir hüzün de seziliyordu artık.”
MEMLEKETE DÖNÜŞ
Osmanlı tebaası olan Kazan, New York’ta büyümüş olmasına karşın, İstanbul’a çok kez gelmiş ve projelerde de yer almıştı. Ancak ölümünden önce annesinin köyünü aramaya koyulmuş ve Livaneli ile birlikte Kayseri’ye doğru bir yolculuğa çıkmıştı. Kitabın en dikkat çekici bölümünü de bu seyahat oluşturuyor. Bu yolculuk hakkında –kitabın okunmasına engel teşkil etmemesi bakımından- daha fazla bilgi vermek istemiyorum. Ancak bu yolculuğu Livaneli’nin sözlerinden okuyalım; “Elia Kazan İstanbul doğumluydu. Osmanlı tebaası olarak doğmuştu. Kayseri’yi bilmezdi. Ölümünden önce Wilhelm Reich’ın tabiriyle, ana rahmine dönmek ister gibi anasının köyünü aramaya koyuldu. (Aslında, zafer yıllarında bir kez gitmişti ama hatırlamıyordu.) Anasından bir şefkat ve kurtuluş bekliyordu. McCarthy azabına bir çare bulmak için çırpınıyordu; Ithaca’ya dönen Odysseus. Ama kitabın başına aldığım Kavafis’in şiiri gibi, ne yazık ki İthaca yoktu artık. Bu trajediyi anlatmak istedim ben.”