Şarkılardan aşina olduğumuz pek çok şiirin yazarı olan, Kürk Mantolu Madonna ile edebiyat listelerini alt üst eden Sabahattin Ali’nin nasıl bir yaşams sürdüğünü biliyor muydunuz?
Hem Cumhuriyet öncesini hem de Cumhuriyet sonrasını her türlü acısıyla yaşayan yazarlardan biri Sabahattin Ali. 1907’nin 25 Şubatı’nda Bulgaristan’a bağlı Eğridere’de dünyaya gelen Sabahattin Ali, asker bir ailenin çocuğu olması sebebiyle hem Birinci Dünya Savaşı’nı hem de İkinci Dünya Savaşı’nı ayrıntılarıyla yaşadı. 1914 yılında babası Sleahattin Bey Birinci Dünya Savaşı dolayısıyla Çanakkale’ye geçince, kendisi de 1918 yılına kadar savaşın en yoğun yaşandığı bölgelerden biri olan Çanakkale’de yaşamak zorunda kalır. Yıllar sonra yazacağı eserlerde Birinci Dünya Savaşı’nı acımasız savaş koşullarının kendisini nasıl etkilediğini yazdığı eserlerden anlayacak, dönemi birebir yaşayan bir yazarın deneyimlerine tanıklık edeceğiz.
TOPLUMSAL GERÇEĞİN TEMELLERİ
Sabahattin Ali, toplumsal gerçekçi eserleriyle ön plana çıkıyor. O’nun bu eserlerini anlayabilmek için yaşadığı dönemi anlamak büyük önem taşıyor. Ali, çocukluğu döneminde annesinin rahatsızlığı vesavaş sonrasında babasının işlerinin bozulması sebebiyle zor bir çocukluk geçirir. Erken yaşta çalışma hayatına atılmak zorunda kalan yazar, hayatın tüm yükünü taşır ve acımasız gerçeklerle erken karşılaşır. Zorluklara göğüs germesi nedeniyle hayatında önemli bir rol edinen babasının ölümü ise Ali’nin hayatında yepyeni bir sayfanın açılmasına sebep olur. Babasının ölümünü “Hayatımın direği yıkıldı sandım” cümlesiyle anlatan yazar, daha sonra yazdığı Babam şiirinde, yaşadığı acıyı şu dizelerle aktarır: “Allah’ım… İşte bugün / Şu zavallı ömrümün / En matemli günü / Elim böğrümde kaldım / Ben bugün haber aldım / Babamın öldüğünü / Bitti hayatın tadı / Bu haber bırakmadı / Dudağımda tebessüm.”
ALMANYA’DA EĞİTİM YILLARI
Ali, tüm savaş koşullarına rağmen eğitim hayatına devam eder. 1928 yazında İstanbul’a gelen Sabahattin Ali, sınava girerek başarılı olur ve Almanya’ya gider. Zorluklar burada da Ali’nin peşini bırakmaz. Eğitim hayatını Almanya’da sürdüren Ali, Maksim Gorki, Ivan Turgenyev gibi yazarları okumaya başlar. 1930 yılında Türkiye’ye döner ve öğretmenlik yapmaya başlar.
NAZIM HİKMET’LE TANIŞMA
1930’lu yıllar Ali’nin hayatında yeni bir dönem olarak tanımlanabilir. Bu dönem Nazım Hikmek ile tanıma şansı yakalayan Ali, yazı sürecine hız verir ve toplumsal gerçekçi denemeleri yakından inceler. Bu arada öğretmenliğe de devam eden Ali, bir ihbar neticesinde ilk tutuklanma deneyimini yaşar. Türkiye Komünist Partisi’nin Kızıl İstanbul adlı gazetesi, “öğrencilerin üzerinde yıkıcı etkisi olduğu” iddiasıyla tutuklanmasına neden olur. 3 ay süren tutukluluğu sonrasında, Memleketten Haber isimli şiirinde Atatürk’e hakaret ettiği gerekçesiyle yeniden tutuklanır ve Sinop Cezaevi’ne gönderilir.
SİNOP CEZAEVİ VE DALGALAR
Önemli pek çok yazarımızın Sinop Cezaevi’nde –ne yazık ki- anısı mevcut. Ali de o yazarlardan biri. Ali Sinop Cezaevi’ni, “Bir mahpusu dünya ile hiç alakası olmayan bir zindana kapamak, ona en büyük iyiliği yapmaktır. Onu en çok yere vuran şey, hürriyetin elle tutulacak kadar yakınında bulunmak, aynı zamanda ondan ne kadar uzak olduğunu bilmektir” satırlarıyla anlattı. Sinop Cezaevi dönemi aynı zamanda yazarın, bugün herkesin dilinde nağme olarak yer alan şiirlerin de yazıldığı dönemdir. Hapishane Şarkıları ismini verdiği şiirleri arasında ‘Göklerde Kartal Gibiydim’ ve ‘Aldırma Gönül’, aradan geçen 85 yıla rağmen hala herkesin dilinde… Ali, bu dönemini Göklerde Kartal Gibiydim isimli şiirinde, “Ekmeğim bahtımdan katı / Bahtım düşmanımdan kötü / Böyle kepaze hayatı / Sürüklemekten yoruldum” dizerleriyle, Aldırma Gönül isimli şiirinde ise, “Dışarıda deli dalgalar / Gelip duvarları yalar / Seni bu sesler oyalar / Aldırma gönül aldırma / Görmesen bile denizi / Yukarıya çevir yüzü / Deniz gibidir gökyüzü / Aldırma gönül aldırma” dizeleriyle anlatır.
ÇALMADAN, ÇIRPMADAN YAŞAMAK
Sinop tutsaklığını daha sonraki yıllarda da yeni tutuklamalar izler. Ali, gazetelerde hikayeler yayımlamaya başlar ancak parasını alamadığı için bu işi de bırakır. Ülkesi artık kendisi için yaşanamaz bir hale gelmiştir. O dönem yaşadığı güçsüzlüğü, şu satırlarla anlatır Ali; “Çalmadan, çırpmadan, bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi?” gözlem halinde olmayı daha fazla kaldıramayan bir süre nakliyecilik yaptıktan sonra çareyi yurtdışında kaçmakta bulur. Pasaport alamadığı için kaçak yollardan yurtdışına gitmeye çalışan Ali, 31 Mart 1948’de yola çıkar ve kendisinden bir daha haber alınamaz. 16 Haziran 1948’de bir çoban tarafından bulunan cesedin Ali’ye ait olduğu tespit edilir. 6 ay sonra yakalanan Ali Ertekin isimli şahıs ifadesinde, “Söylediği sözler bende nefret uyandırmaya başlamıştı” diyerek suçunu itiraf eder. Ertekin 4 yıl hapis yatmasının ardından Af Kanunu ile serbest gelir. Geride Ali’nin muamma ölümü, bugün bile okunmaktan vazgeçilmeyen eserleri, zorluklarla dolu yaşamının izleri kalır. “Görecek günler var daha” dizelerini yazar ama o dizeleri göremeden bu dünyadan göçüp gider…
Sabahattin Ali’nin eserleri Şiirleri Dağlar ve Rüzgar Kurbağa’nın Serenadı Hapishane Şarkıları Leylim Ley Çocuklar Gibi Kızkaçıran Kara Yazı Melankoli Eskisi Gibi Dağlar Öyküleri Değirmen Kağnı Ses Yeni Dünya Sırça Köşk Romanları Kuyucaklı Yusuf İçimizdeki Şeytan Kürk Mantolu Madonna Çevirileri Tarihte Garip Vakalar Antigone, Sofokles Minna Von Barnhelm, Lessing Üç Romantik Hikaye Fontamara Gyges ve Yüzüğü Yüzbaşının Kızı
Sabahattin Ali der ki;
İnsanlar nedense daha ziyade ne bulacaklarını tahmin ettikleri şeyleri araştırmayı tercih ediyorlar. Dibinde bir ejderhanın yaşadığı bilinen bir kuyuya inecek kahraman bulmak, muhakkak ki, dibinde ne olduğu hiç bilinmeyen bir kuyuya inmek cesaretini gösterecek bir insan bulmaktan daha kolaydır.