Büyükşehir Belediyesi…
Belediyelerin başarılı olup olmamasında bazı parametreler vardır.
Bu parametrelerin tamamının da tek bir ölçü vardır, o da “parayı nasıl kullandıkları ve bütçelerini nasıl halkın hizmetinde değerlendirdikleridir.”
Yani bir belediye başkanı başarılıdır, dediğimizde sahip olduğu parayı en rasyonel şekilde kullanmış ve hizmet ettiği halka yük getirmemiş olduğunu anlatırız.
Bu bağlamda Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin bu güne kadarki performansına baktığımızda “başarılıdır” dememiz çok zor.
Çünkü belediyenin kasası tamtakır.
Hani sıçan düşse kafası yarılır dedikleri cinsten.
Antalya’da bu kadar bütçe performansı kötü olan bir dönem olmamıştır.
Sürekli borç alarak çarkını döndürmeye çalışan bir belediyeye siz başarılıdır diyebilir misiniz?
En son geçen hafta yine Belediye Meclisinden “350 milyon TL borçlanma” yetkisi istenmiş ve AK Parti grubunun kararı ile bu yetki verilmiştir.
“Daha önce yazıldı, 2017 yılı bütçesi 680 milyon TL açık vermiştir.
Toplam borç stoku 2 milyar (katrilyon) 15 milyonken bu açığı kapatmak yerine yeniden borçlanmak belediyeyi ilerde iş göremez duruma getirmekten başka bir anlam taşımaz.”
Türel, bu kentin geleceğini şimdiden harcıyor.
Türel, yönetimiyle sadece belediyeyi batağa sürüklemiyor, uygulamalarıyla da Antalya halkının sırtına yeni yükler de bindiriyor.
Bakın, Türel birinci döneminde 1. Etap tramvay hattını yaptı.
Hiç gerekli olmadığı gibi kentin ihtiyacı da olmayan ve ulaşım master planına bile uygun olmadığı belirtilen bu yatırım için “yurt dışından 124 milyon avro borçlandırdı belediyeyi.”
O günlerde “bu kadar ucuz faizli ve uzun süreli bir krediyi devletler bile bulamıyorken ben bunu başardım” diye övündüğü bu borçlanmanın durumunu açıklayalım.
Kredinin alındığı 2004 yılında avro 1,78 TL.
“TL karşılığı 223 milyon.”
Bunun içinde faizler ve komisyonlar yok, sadece anapara kredi.
Akaydın döneminde bu kredinin faizleri ve komisyonları ödeniyor.
Ve şimdi ana kredinin ilk taksitini Türel ödeyecek.
Peki, şu an itibariyle 5.10 TL olan avro kuru ile borcumuz ne kadar oldu dersiniz?
“Tamamı tamamına 632 milyon TL
Yani kredinin alındığı tarihten bu yana belediyenin borcu 409 milyon TL daha artmış durumda.”
Şimdi Türel’e soralım.
Kur farkından kaynaklanan bu borcu hangi kaynaklarla ödeyeceksiniz?
Bu krediye teminat olarak gösterdiğiniz Toptancı Hal gelirlerinde bir artış mı yapacaksınız?
Ya da yine teminat olarak gösterilen tramvay ücretlerinde bir artış mı öngörüyorsunuz?
Yoksa belediyenin başka hizmetlerine zam yaparak bu borcu Antalya halkının sırtına yüklemeyi mi düşüyorsunuz?
Belki bunların hiç birini yapmayarak “Maliye Bakanlığına başvurarak borcu Hazine’nin üstlenmesini de isteyebilirsiniz”
Bunların hangisini yaparsanız yapın, kötü kararlar ve kötü yönetim nedeniyle Büyükşehir Belediyesi’ni batağa sürüklediğiniz gerçeğini değiştiremezsiniz.
*
Bahçeli ve Erdoğan...
Seçimin erkene alınmasının mimarı hiç kuşku yoktur ki Devlet Bahçeli.
Daha önceden “cumhurbaşkanı adayımız Erdoğan’dır” diye açıklama yaparak bunun alt yapısını oluşturdu.
Hem kendisinin ve MHP’nin günden güne erimesini durdurmak, hem de hazırlıksız bir baskınla muhalefeti bocalatmak için erken seçim çağırısı yaptı.
Aslında cumhurbaşkanlığı seçimi zaten erkene alınacaktı ama bunun için AK Parti’nin 16 Nisan referandumundan sonra başlattığı “metal yorgunluğu” gerekçesiyle kadroların değişimi, bu kadroların kendi hikâyelerini yazmaları ve bir başarı öyküsü ortaya koymaları sonrasında yapmaları planlanıyordu.
Şu anda değiştirilen belediye başkanlarının o illerde tanınırlılık oranı çok düşük.
Yeni il ve ilçe yönetimlerine göreve getirilenleri ise henüz kamuoyu yeterince bilmiyor.
Yani yeni kadroların seçimi sürükleyecek hazırlıkları yoktur.
Açıklanan manifestoda ise yeni bir şey yok ve yeni bir başarı öyküsüne yaslanmıyor.
Hatta çok komik bir biçimde “adaleti yeniden tesis edecekleri” ifadesi ile “yolsuzluk, yokluk ve yoksullukla mücadele edilecek” demeleri tam anlamıyla traji-komik bir durum.
“Eğer adaletin direkleri sallanıyorsa, yokluk, yoksulluk ve yolsuzlukla hala mücadele edilecekse siz 15 yıldır bu ülkede ne yaptınız” sorusunu soruyor sıradan seçmenler…
Ve hele ekonomik düzelmeden hiç söz edemiyorlar.
Emekliye bayram harçlığı, imar sorununu af kapsamına almaları, vergi borçlarında (belki 100. Kez) yapılandırma kararı gibi bazı popülist kararlarla seçimi kurtaracaklarını sanıyorlar.
Oysa makro ekonomik dengeler alt üst olmuş durumda.
İnsanlar faiz, döviz ve enflasyon sarmalında yoksullaştıkça yoksullaşıyorlar.
Borsa tepe takla durumda.
Ekonomik verilerde “yüzde 7 büyüdük” açıklamalarının sahici olmadığını vatandaş şimdi daha net görüyor.
Kısacası, “seçime hazır olduklarını zanneden Erdoğan ve AK Parti kurmayları özünde hazır olmadıklarını şimdi fark ettiler…”
Seçmene yeni bir hikâye sunamıyorlar…
Günlük iaşe derdine düşmüş seçmenler “2023 hedefleri, kutlu yürüyüş, yerli ve milli dava, İslam’ın kılıcı ve kalkanı, ecdat, başörtülü bacım, Kürt kardeşim, bu millete savdalıyız” gibi beyanlara artık kulak vermiyorlar…
Daha önceki seçimlerde “bizi ancak Erdoğan kurtarır” diyen ve ısrarla her seçimde AK Parti’ye oylarını vermekte sakınca görmeyen seçmenler şimdi düşünüyorlar…
…
Muhalefette ise ciddi bir atak var.
Özellikle önceki seçimlerde söylenen “ne yaparsak yapalım AK Parti yine kazanır” algısını yıkmış görünüyorlar.
Her türlü medya kurumunun muhalefete kapatıldığı referandum sürecinde yüzde 50 gibi bir oranı yakalamış olmalarının verdiği özgüven bu algının yıkılmasında en önemli etken olmuş durumda.
Gerek İnce, gerekse Akşener ortaya ciddi iddialar koyuyorlar.
Nitekim 10 gündür yayınlanan (AK Partili araştırma şirketleri dâhil) araştırma sonuçlarını inceliyorum.
Bir şey çok netleşmiş durumda.
“Cumhurbaşkanının kim olacağının kararı 2. turda verilecek…”
Erdoğan belki 2. turda yeniden seçilebilir…
Cumhurbaşkanlığı seçimini yüzde 52 ile Referandumu yüzde 51 ile tek başına geçmeyi başaran Erdoğan, bunca karizmasına, bunca (kimilerine göre) başarı öyküsüne, bunca verdiği emekten sonra bu seçimi ilk turda bitiremiyorsa oturup düşünmesi gerekir; “niye bu noktaya geldim” diye…
Bunun birçok nedeni sıralanabilir ancak bana göre bu seçimdeki sıkıntısının temel nedeni, kendisini ve partisini henüz hazır değilken çok erken bir seçime zorlayan Devlet Bahçeli’dir…
*
Çapulcu… Hayır… Tamam
Hiç kuşku yoktur ki Tayyip Erdoğan; sözleri, tanımlamaları, bıçkın delikanlı tavırları, racon kesmeleri, dilinin ucuna gelen argo denebilecek sözcükleri sıralamasıyla cumhuriyet tarihimizde benzeri olmayan bir siyasetçidir.
Başbakanlığı dönemindeki bu tavırlarını, “ben bildiğiniz gibi bir cumhurbaşkanı olmayacağım” sözleri ile cumhurbaşkanlığı döneminde sürdürmüştür.
Aslında 2003 yılından bu yana “alışılmadık sözcüklerini” arşivlerden taramak çok keyifli bir çalışma olacaktır ama ben bu işi yaygın basının geniş arşivinde çalışanlara bırakarak 2013 yılından bu yana siyasi hayatımıza soktuğu ve muhalefet tarafından “kampanyaya” dönüştürülmesine vesile olan bazı sözcükleri ele almaya çalışacağım.
AK Parti iktidarı döneminde en etkili ve en geniş katılımlı direniş bildiğiniz gibi “Gezi Protestoları” olmuştur.
Eylemler sırasında yurt dışında olan Erdoğan, ziyaretlerini yarıda kesmiş ve geldiği gün zehir zemberek bir konuşma ile Gezi Direnişine katılanlara “Çapulcu” tanımlamasını yapmıştı.
İçişleri Bakanlığının raporlarına göre, yurt çapında Gezi Direnişine katılan 8 milyon kişi “çapulcu” tanımlamasını üzerine alınmış ve Gezi Direnişi sırasında ve sonrasında, “fırlama bir zekânın ürünü olan” çapulcu içerikli şarklar, türküler, fıkralar, özlü sözler, tiyatro oyunları ve karikatürlerle geniş bir kampanya başlatmışlardı.
Çapulcu kampanyasından sonraki ikinci büyük kampanya referandumla ilgili “Hayır” kampanyası olmuştur.
Sadece siyasi çevrelerce yürütülen referandum çalışmaları, Erdoğan’ın 18 Şubat 2017 ve 2 Nisan 2017 günleri yaptığı açıklamalarda “Hayır demek şerre rızadır, çünkü bunlar ya teröristtir ya da darbeci” demesi “Hayır bileşenleri” adıyla geniş bir cephe oluşturmuş ve “Hayır” sözü bir kampanyaya dönüşmüştü.
Hayır Kampanyası, hemen her kesimin Erdoğan’ın bu sözlerine tepki olarak devasa bir büyüklüğe ulaşmış, yine Gezi sırasındaki gibi “fırlama zekalar” devreye girerek şarkılar, türküler, özlü sözler ve oyunlarla kampanyayı büyütmüşlerdir.
Bu kez yine Erdoğan’ın, geçen hafta yaptığı grup konuşmasında söylediği “Milletimiz TAMAM derse çekiliriz” sözünü muhalefet kampanyaya dönüştürdü.
Cumhurbaşkanlığı seçimine yönelik söylenen bu sözü diline dolayan muhalefet kampanyayı sosyal medyadan başlattı.
Twitter da açılan bir hesapta 2 milyonu geçen bir “tamam” kampanyası başlatıldı.
Aynı kampanya Facebook’ta da sürdürülüyor…
Öyle görünüyor ki muhalefet bu seçim kampanyasını“tamam” sözü üzerinden sürdürecek.
Birkaç yüz tane mesajı okudum ve daha önceki kampanyalarda gördüğüm “fırlama zeka” yine mesaiye başlamış ve gerçekten ince bir zeka ürünü olan özlü sözler havada uçuşmaya başlamış.
Yakında “tamam” sözcüğü ile hazırlanmış seçim şarkıları, afişler, pankartlar, görseller ve videolarda da boy gösterecektir.
İktidar bu kez muhalefetin kampanyasının altında kalmamak için sosyal medyada “devam” kampanyası başlatmış ama sahte hesaplarla bunu yapmaya kalktıklarından twitter ve facebook yöneticileri tarafından silindikleri için sürdürememişler.
Kısacası, muhalefet kampanyaları için gerekli olan malzemeyi hep Erdoğan’ın sözlerinden elde etmiş görünüyor…
*
Medyanın içler acısı durumu…
Uzun boylu medyanın “tarafsızlığı” ile ilgili yorumlar yapacak değilim.
Bir konuya dikkat çekmek istiyorum…
Uzunca bir süredir AK Parti ve Erdoğan, medya kuruluşları üzerindeki operasyonlarını sürdürüyor.
En son Doğan Medyanın da satışı sonrasında 30’a yakın televizyon, bir o kadar gazete, dergi ve süreli yayın, 3 büyük haber ajansı iktidara hizmet sunan birer araç durumuna getirildiler.
Bu medya kuruluşlarının hemen hepsi de kendileri muhalefete kapatmış durumdalar.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun Grup konuşmaları ve arada bir yaptığı açıklamaları dışında muhalefet partilerinin sözcülerinin tek bir görüntüsü ve sözü yayınlanmıyor.
Muharrem İnce, Meral Akşener gibi iddialı adaylar tamamen yok sayılıyor.
Selahattin Demirtaş’ı sadece yargılandığı haberlerle veriyorlar.
Kısacası medya, habercilikten “propaganda aracı” olmaya evrilmiş durumda.
Aynı süreci 16 Nisan 2017 referandumunda da yaşamıştık.
Ekranlar ve sayfalar “hayır kampanyalarına” kapatılmıştı.
Peki, ne oldu?
Bunca engellemelere rağmen yüzde 50 oranında bir destek aldı muhalefet.
Şimdi benzer bir süreç daha yaşıyoruz.
24 Haziran’da iktidar değişirse bu medyanın halinin ne olacağını düşünmek bile istemiyorum.
Toplumum en az yarısının inanmadığı ve güvenmediği bir medya özgür haberciliğin bir aracı olabilecek mi?
Hiç sanmıyorum…
Kendilerinden olmayan gazetecileri kovan, açlığa mahkûm eden bu yandaş medya patronları, bu sistem değiştiğinde nereye gidecekler ve ellerindeki televizyonları, gazeteleri ne yapacaklar acaba?
Erkanlarda iktidarın kovboyluğunu yapan sözüm ona gazeteci müsveddeleri, ıssız kasabanın tek gözlü şerifi pozlarında gezinen patronlarının tetikçiliğini yapmaya nasıl devam edecekler acaba?
Yoksa yeni iktidara yaranmak ve yeni mevziler kazanabilmek için geçmişte dediklerini yalayıp yutarak kovboyluklarını yapacakları yeni tek gözlü şerifler mi arayacaklar?
*
AK Parti savunma yapmayı bilmiyor
KONDA Araştırma Şirketinin Genel Müdürü Bekir Ağırdır’ın seçime dönük değerlendirmesini paylaşmak istedim.
Ağırdır, seçim sürecinde muhalefet ve AK Partinin pozisyonları ile çok önemli tespitler yapmış.
“Referandumdan geriye düşünmeye başlarsak yüzde 50, yüzde 50 bir tablo çıktı ortaya. Üstelik tablo nasıl çıktı?
Yine OHAL şartlarında, yine tek taraflı kampanyaların yapılabildiği, yine medyada tek taraflı söylemin hâkim olduğu ya da ‘Hayır’ kampanyalarının medyada konuşulmadığı gerekçelendirilemediği bir ortamda ve üstelikte ortak bir dil-strateji olmadan yüzde 50, yüzde 50 oldu.
Demek ki muhalefet daha doğru hamleler, daha anlamlı stratejiler geliştirebilirse bu yüzde 50’yi 55’e 60’a çıkarma ihtimali var demektir.
Baktığımızda muhalefet şöyle bir avantajı yakalamış durumda.
Muhalif aktörlerin her birisi kendine bir özgüvenle başlıyor.
Ne yaparsak yapalım Ak Parti kazanacak duygusu yıkıldı.
Önemli bir eşikti bu.
Kazanmaya yetmez ama sürecin içinde başka başarılardan birisi.
Kendinize güvenmiyorsanız seçmen bunu hissediyor.
Hatırlayın 2015’teki Cumhurbaşkanlığı seçiminde CHP’deki kampanyasını, bugünden kıyas kabul etmeyen bugün daha farklı bir dinamik ve heyecan var.
Buradan baktığımız zaman, her parti kendi adaylarını ve üstelik kendi içerisinden çıkarabileceği en iyi doğru adayları çıkardığı için kendi oylarını maksimize etmek gibi bir fırsatı yakalamış gibi gözüküyor.
Kendi parti örgütlerinde bir başlangıç enerjisi yaratmış gözüküyorlar.
Bugün CHP’nin hiçbir il başkanı birinci turda ‘biz bu seçimi kaybedeceğiz’ diye bakmıyordur.
Ya da HDP’nin hiç bir il başkanı ya da yetkilisi ‘Biz baraj altında kalacağız’ diye bakmıyordur.
Tam tersi hepsi iddialı bakıyor.
Onların bu heyecanını devamındaki politikalarda doğru organize edebilirlerse bu bir başlangıç ön şarttı bunu sağlamış gözüküyorlar.
Dolayısıyla muhalefet daha heyecanlı.
Burada Ak Parti için bir ekonomik mesele var, bir de çok stratejik bir durum var.
Ak Parti 2002’den beri olan siyasi hayatında ilk kez savunma stratejisinde kaldı.
Muhalefetin bu aday stratejisi, seçim barajını sıfırlayan ortak ittifak yapmış olması...
Tabi ki HDP’nin bu ittifakta olup olmaması gibi eksiklikler tartışılır.
Böyle ittifak üretebilmiş olmaları, son güne kadar ortak bir aday için çabalamış olmaları, CHP’nin ise bu süreçte kendisinden beklenmediği kadar fedakar davranması gibi detaylar dikkate alınırsa.
Oy oranlarından bağımsız olarak, oyunun kontrolü Ak Parti’de değil, muhalefette gibi gözüküyor.
Bu muhalefet lehine bir avantaj.
Ak Parti için ise dezavantaj.
(Çünkü) Ak Parti savunma stratejisini bilmiyor.”