Türel’le Böcek’in yarışı ilginç olacak…
Sanırım yılbaşından sonra hem Türel, hem de Böcek sahaya inecekler…
19 ilçeyi dolaşıp kenti yönetmek için yetki isteyecekler…
Önce her iki adayın da proje tanıtım toplantılarını izleyeceğiz.
Ve sonra hangi adayın projeleri kent yaşamını daha kolaylaştıracak, insana hangi başkan adayının projeleri dokunacak, yaşam kalitesini hangi adayın projeleri yükseltecek gibi konuları tartışacağız…
Medyada boy boy bunların tanıtımı yapılacak…
Türel, iki dönemde yaptıklarını yapacaklarına referans olarak gösterirken;
Böcek, bir yandan projelerini anlatacak ama diğer yandan Türel’in Belediyeyi nasıl borca soktuğunu, borcu borçla döndürmenin kentin yararına olmadığını anlatacak.
Beri yandan da Türel’in “mega projelerim” dediği başta Boğa Çayı olmak üzere bir çok projesinin kent halkının yararına olmadığını, çevreyi yok ettiğini anlatmaktan da geri durmayacaktır.
Turizm konusunda yeterli yatırımların, hizmetlerin ve tanıtımlardaki eksikliklerin olduğuna da vurgu yapacaktır.
Böcek, muhalefetin adayı olduğunu ortaya koyabilmek içinde kent yönetiminden memnun olmayan her partiden insanlarla ve gruplarla temasını sürdürecek düzeyde çalışacağından Türel’e karşı çok da sivri olmayan eleştirilerini sürdürecektir.
Tüm bunların yanı sıra Böcek, CHP örgütlerinin kesintisiz tüm desteğini alacak yaklaşımları da ihmal etmemelidir.
Geçmiş seçimler göstermektedir ki; örgüt desteğini tam olarak arkasına alamayan adaylar seçimi kazanamamışlardır.
Ancak sadece bu kadarla yetinirse Böcek, muhalefetin adayı olma noktasında bir şeyi eksik bırakmış olur.
Bu kent halkının bir de “demokrasi sorunu” vardır.
Böcek, Türel’e yönelik eleştirilerini sürdürürken kent insanının demokrasi sorunu olduğunu vurgulamayı asla ihmal etmemelidir.
Siyasi tercihlerinden dolayı büyükşehirde işten atılanlara mesajı olmalıdır.
Sendikalaşma konusunda belediye çalışanlarının önünü açık olacağını mutlaka belirtmelidir.
Rutin belediye hizmetlerini anlatmak yerine, insana dokunan, insanı önceleyen hedefler ortaya koymalıdır.
Ülkenin giderek belirsiz bir geleceğe sürüklendiğini, her geçen gün özgürlüklerin daha da kısıtlandığını, laiklik ve Atatürk devrimlerinin sürekli törpülendiğini, cumhuriyetin kazanımlarına sahip çıkılacağını ve bu değerlerden asla taviz verilmeyeceğinin mesajlarını mutlaka vermek zorundadır.
Sadece nasıl hizmetlerin yapılacağı ile sınırlanmış bir seçim süreci ile seçimin kazanılmayacağını Böcek’in iyi bilmesi gerekir.
Türel’e gelince.
Valla bende merak ediyorum seçim çalışmasını hangi temaların üzerine kuracağını…
Geçmişte yaptıklarını anlatarak yola çıkmasının kendisine dönük bir yönelim oluşturmayacağını sanırım iyi biliyordur.
Özellikle kentin yoksul insanlarına yönelik hangi projeleri olacağı;
Çevre ile ilgili neler düşündüğünü ve önümüzdeki dönem çevre konusunda hangi yatırımları yapacağı;
Gelir bütçesindeki 600 milyon TL açığı nasıl kapatacağını;
Kent insanının hayatına ulaşımdan sosyal desteklere kadar uzanan zincirde nasıl dokunacağını;
Atatürk devrimleri, laiklik ve cumhuriyetin kazanımları konusunda nasıl tavır alacağını ciddi olarak merak ediyorum…
Tabii bu arada geçen 5 yılın hesabını da kamuoyuna açık olarak vermeli ve başlangıçta neleri vaat ettiğini ve bugün bunlardan hangilerini gerçekleştirdiğini, hangilerinin gerçekleşemediğini de Antalya halkı ile paylaşma zorundadır.
***
Damat Beyin hazin itirafı…
Maliye ve Hazine Bakanı Berat Albayrak, Bütçe görüşmeleri sırasında çok önemli bir söz etti.
Dedi ki; “Bazıları para kazanıyor, bazıları kaybediyor.
Hayatta kaybetmek de var kazanmak da.”
Şimdi bu sözü söyleyen Damat Beye sormak gerekir.
“Beyim siz niye varsınız o zaman?”
Eğer her şeyi hayatın akışı tayin ediyorsa ve devlet olarak hayata müdahale edip kaybedenlerin kayıplarını telafi etmeyecekseniz niye varsınız?
İnsanlar devleti hayata müdahale etsin diye kurmuşlardır.
Yani devletler bunun için vardır.
Sizde müdahale ediyorsunuz ama yandaşlarınızın lehine, kaynakları onlara aktararak kazandırıyorsunuz.
Yani sizlerin hayata müdahaledeki tercihiniz emekçilerin kaybetmesinden, yandaş sermayedarların kazanmasından yanadır.
Bunun sorumlusu bizzat sizlerken suçu ve sorumluluğu hayata atarak sıyrılmaya çalışıyorsunuz.
Damat Bey, bi’bak bakalım alnımızda salak mı yazıyor bizim…
Çiftçinin ürünü tarlada kalıyorsa,
Emekçi karın tokluğu bile sayılmayacak ücrete mahkûm ediliyorsa,
Emekliler ancak ev kirasını ödeyebiliyor ve aynın sonunu adeta dilenerek getiriyorsa,
Madenciler göçük altında kalıyorsa,
Her ay 1500 işçi iş cinayetlerinde can veriyorsa,
Esnaf siftah edemediği için kepeklerini indiriyorsa,
Sanayici anasının nikâhını satsa bile ödeyemeyeceği yüksek faizli kredilerle iflas ediyorsa,
Kamyoncu yük bulamadığından, taksici pahalı akaryakıttan dolayı kontak kapatıyorsa,
Ve işsizlikten kahvehaneler dolup taşıyorsa bunun sorumlusu “hayat mı, yoksa sizin tercihleriniz mi ?”
Beyim, kimlerin kazanacağını, kimlerin kaybedeceğini “hayat değil, siz tayin ediyorsunuz…”
Devlet sizde.
Hazinenin anahtarı da sizde…
Kime teşvik, kime kredi, kime bağış gibi destekleri verme kararı ve yetkisi sizde.
Kimlerin kanatlandırılıp uçurulacağına, kimlerin hayatı zehir, zıkkım edilip cehenneme çevrileceğine kararı hayat değil, siz veriyorsunuz…
Parmağındaki alyansı gösterip “bu göreve geldiğimde servetim buydu, bu görevden giderken yine bununla gideceğim” diyenlerin şimdi milyar dolarlık servetini “hayat böyle” diyerek mi kabul etmemiz gerekir Damat Bey?
Milletin anasına küfreden yandaş sermayedarınıza hayat mı yürü ya kulum dedi, yoksa siz mi yürü bre Mehmet dediniz?
Sizlere biat eden kullarınıza bankalardan milyarlık dolarlık kredileri verdirip medya patronu haline gelmelerini hayat mı istedi yoksa siz mi?
Türkiye halkının varlıklarının üç buçuk Arap sermayedarına verilmesini hayat mı istedi, yoksa siz mi öyle istediniz?
Mesela Ankara Büyükşehir Belediyesinde çalıştığı 5 yılın 4 yıl 10 ayını izin yaparak geçiren Adalet Bakanınız Abdulhamit Gül Beyefendinin eşi olan hanımefendinin Saraya “Cumhurbaşkanı danışmanı” olarak atanmasını “hayat mı” istedi, yoksa sizin hayata müdahaleniz sonucu mu oldu?
Daha binlerce böyle örnekleme yapmak mümkün…
Damat Bey, bu halkın aklıyla dalga geçme…
Siz el âlemi sersem, kendinizi kurnaz sanıyorsunuz…
Bu halk ne söylersen nasılsa kabul ediyor diye düşünebilirsiniz…
Ama unutmayın ki sabahın da bir sahibi vardır…
***
Sanatçıları yok etmeyelim…
Şair Ahmet Telli, Hacettepe Üniversitesinde bir konuşması üzerine saldırıya uğradı…
Saldırganlar yaklaşabilselerdi muhtemelen linç edeceklerdi.
İlginçtir ki bu saldırı tam da AK Parti Genel Başkanı Erdoğan’ın konuşmacı olarak katıldığı “Necip Fazıl Kısakürek Ödül töreninin” olduğu güne denk geliyor.
Erdoğan, konuşmasında “İslamcı ve ırkçı olmayan” sanatçılara yönelik olarak “onlar, yetenekleri, sanat gücü sayesinde değil, siyasi tercihleri nedeniyle ödüllendirilen kişileridir…” dedi.
Ve devamında “Üstadın davasına sahip çıkan yoldaşlarıyız” sözü ile konuşmasını bağladı.
Şimdi Erdoğan’a sormak istiyorum:
“Madımak’ta Üstadın(!) izinden gidenlerin katlettiği Hasret Gültekin, Nesimi Çimen, Asaf Koçak, Erdal Ayrancı, Asım Bezirci, Metin Altıok, Behçet Aysan, Muhlis Akarsu, Uğur Kaynar statükocu, elisit ve toplumun kaymağını yedikleri için mi katledildiler?”
“Sabahattin Ali,” canını kurtarmak için kaçmak isterken elitist ve toplumun kaymağını yediği için mi öldürüldü?
“Nazım Hikmet,” böyle biri olduğu için mi Rusya’ya kaçtı ve vatan hasretiyle son nefesini verdi?
“Yılmaz Güney, Ahmet Kaya” ve daha onlarca sanatçı elitist ve toplumun kaymağını yiyen sanatçı oldukları için mi yıllarca zulüm ve yokluk, yoksulluk çektiler…
Necip Fazıl’ın bir davası varsa, halkın bağrından gelmiş bu sanatçıların da “davaları” var elbette…
Ama onların davaları kindarlık üzerine değil, barış, hoşgörü ve sömürüsüz bir dünya kurma davalarıdır.
Sanatlarında hiçbir zaman kan, savaş, şiddet, kin ve garez yer almamıştır.
Bu nedenledir ki katledilmişler, yokluğa, yoksulluğa, zindanlara mahkûm edilmişleridir.
Dün o sanatçılara yaptıklarınızı bugün Ahmet Telli’ye yapmaya çalışıyorsunuz.
Ama bir şeyi unutuyorsunuz.
Ahmet Telli de ardılı olduğu o sanatçılar gibi bir “dava” adamıdır.
Korkutamazsınız, yıldıramazsınız, geri adım attıramazsınız…
***
(1912 seçimlerinden bir görüntünün resim altı yazısı…)
2. Meşrutiyetin ilanıyla beraber seçimler yapılmış ve Meclis-i Mebusan üyeleri seçilmişti.
Seçim sonrası İstanbul seçmenleri Beyoğlu’na akmış ve gösteri yapmışlardı.
İlginç olan ise, resimde görüldüğü gibi üzerinde Arapça “ADALET” yazan tek bir pankartın bulunmasıydı.
1912 yılında insanlar Osmanlı Padişahından adalet talep ediyordu.
Üzerinden 108 yıl geçmiş olmasına rağmen Anadolu insanları yine ADALET talep ediyorsa ve ana muhalefet partisi CHP’nin Genel Başkanı bile iktidardan ADALET talebiyle Ankara’dan, İstanbul’a yürüyorsa bu toprakların en temel ihtiyacı devletin toplumla kurduğu ilişkilerde ve dengelerde bir sorun var demektir.
Bu sorunun düğüm noktası ise ADALETTİR…
Yargıda adalet, seçimde adalet, temsilde adalet, yaşam şartlarında adalet…
Kısacası, hayatın her alanında adalet…