Muhalife yer yok…
Bilmem hatırlar mısınız, iki hafta önce 259 muhtar İçişleri Bakanlığının emriyle görevden alındı.
Yapılan açıklamada “terör örgütleriyle iltisaklı olacağı şüphesi ile görevden alındığı” ifade edildi.
7 Haziran 2015 seçimlerinden ve özellikle de 15 Temmuz hadisesinden sonra ülkede her şey “güvenlik politikalarına” göre şekilleniyor.
“Biz hukuk devletiyiz, mahkemelerin kararına göre hareket ederiz” sözlerinin ne kadar palavra söz olduğu bir sürü örnekte görüldüğü gibi muhtarlar meselesinde de net olarak ortada.
Soralım şimdi:
Bu muhtarların terör örgütleriyle iltisaklı olduğuna dair elinizde kanıtlar varsa neden savcılık yoluyla yargıya intikal ettirmediniz de sadece “şüphe” ile idari tasarrufa yöneldiniz?
Siz millet iradesini temsil ediyorsanız, halkın seçtiği muhtarlar neyi temsil ediyorlar?
Daha önceleri de hiçbir gerekçe göstermeden sadece “Reis” istediği için görevinden istifaya zorlanan ve istifa etmemesi durumunda İçişleri Bakanlığınca görevden alınacakları ifade edilen belediye başkanları ile ilgili hangi yargı kararı vardı?
Bırakın AK Partili olmayan muhalifleri, kendi içlerinde ki muhalif seslere bile tahammülü olmayan bir siyasi iradenin bu ülkeyi demokrasi ile yönetmesi mümkün mü?
Babasının, kızının, oğlunun, eşinin akıbetini soran “Cumartesi Annelerine” 709. Haftada da kendilerini ifade etmelerine izin verilmedi İç İşleri Bakanlığı tarafından.
Nerede yargı kararı?
Neden bu yasaklamayı yarı kararı ile yürütmüyorsunuz?
Çünkü hiçbir yargıcın, devlete evladının akıbetini soran anneye “soramazsınız” demeyeceğini iyi biliyorsunuz.
Papazı yargı kararı ile bıraktık, diye savunma yapıyorsunuz ama söz konusu kendi yurttaşlarınız olduğunda her şey Reisin iki dudağına kalıyor.
Hele şu Papaz olayı tam bir komedi.
Adam 25 yıldır Türkiye’de misyonerlik yapıyor ama ne hikmetse 15 Temmuz Darbe girişiminden sonra “ajan” olduğu fark ediliyor ve tutuklanıyor…
Danıştay’ın “andımız” kararına “5 yıldır neredeydiniz” diyerek yargı kararına kafa tutuyorsunuz, iyi tamam da siz Papazın ajan olduğunu bile bile bırakalım 25 yılı, sizin iktidar olduğunu 17 yıldır neredeydiniz ve neyi beklediniz?
Ekonomide yaşanan krizden sonra siyasi ve idari alanda da belirgin bir krize doğru gidiyoruz.
Anayasa her ne kadar “laik, demokratik bir hukuk devletiyiz” dese de ve her ne kadar “yargı bağımsızdır, yargıçlar verdikleri karardan dolayı sorumlu tutulamazlar” dese de bunlar ne yazık ki artık “yok hükmündedir…”
Hiçbir demokratik hak kullanılamamakta, hukuk kuralları ve yargı kararları açıkça yerine getirilmemektedir.
Ne gösteri yapabiliniyor, ne istediği eleştiriyi ifade edilebiliniyor…
Yerel seçimler bu anlamda çok önemlidir.
Bu seçimle her ne kadar Erdoğan Başkanlığı kaybetmeyecekse de ve her ne kadar bu seçimle TBMM deki aritmetik değişmeyecekse de alacakları bir yenilgi ve seçim kaybı, demokratik hakların kullanılması noktasında uyarıcı olacaktır.
Bu nedenle muhalefet ve özellikle CHP kendi iç tartışmalarını en kısa zamanda bitirip seçimlere yüklenmelidir.
***
Üniversite değil, yüksek lise...
İstanbul’da “Yurtdışı Eğitim Fuarı” açıldı.
Fuar, hıncahınç gençlerle dolup taşıyor…
Ülkemizdeki üniversitelerin içler acısı durumunu bundan daha iyi ne anlatabilir ki…
Liseyi bitiren ve hatta lisede okuyan gençler bir an önce yurtdışında bir okula kapağı atmayı hayal eder oldu.
Milyonlarca üniversite mezunu gençlerin taşeron işçiliğe bile razı olduğu Türkiye’de okumanın anlamsızlığını gören gençler hem kaliteli bir eğitim almak, hem de aldığı eğitimle ilgili bir iş alanında çalışıp hayata atılmak için yurtdışının tek çıkış olduğunu görüyorlar.
Kaldı ki hemen her ilçede bir üniversite açmakla öğünen iktidar ne kadar imam-hatip ve ilahiyat mezunu öğretmen varsa bunlara akademik unvan vererek üniversite hocası yaptı.
Bunun sonucunda ineğin kaç memesi olduğunu bilmeyen veteriner, kavakla ardıç ağacının farkını bilmeyen ziraat mühendisleri yetiştirildi.
Ülkemizin en önemli özgürlük alanı olan ve ülke sorunlarına karşı bilimsel araştırmalar yapıp bunu gündeme getiren, yanlış giden işler için itirazlarını yükselten üniversiteler yerine;
İktidar karşısında cübbesini ilikleyen, konformist bir hayat için iktidara kafa sallayan, bilimsel araştırmalar ve ülke meselelerine çözümler üretmek yerine “padişahım çok yaşa” diye paralanan sözüm ona akademisyenler ile demokrasi ve özgürlük anlayışını “bireysel serbestlik” olarak algılatılan gençlerin oluşturduğu üniversiteler yaratıldı.
Bunlara rağmen yinede itirazları olan gençlerin anında yaka-paça edilmesi için her fakültenin kapısına polis noktası yerleştirildi.
Polis kayıtlarına giren gençlerin gelecekleri ile ilgili karanlık dönemler hazırlandı.
Gerçek anlamda bilim insanı denebilecek ve ülkede ters giden işlere itirazları olan binlerce akademisyen “zararlı unsur” denilerek üniversitelerden uzaklaştırıldı…
Kısacası bilimsel ve özerk üniversitelerin yerine “yüksek lise” diye adlandırılabilecek eğitim kurumları yaratıldı.
1961 anayasası ile “özerk” hale getirilen üniversiteler artık yoktur.
Bugün hayatın her alanında ülkeyi sürükleyen ve ayakta durmasını sağlayan kadrolar 1960 ve 1970’li yıllarda üniversitelerde okuyan ve yetişen kadrolardır.
Çünkü o yıllarda üniversitelerdeki akademisyenler ve öğrenciler iktidara başını sallayanlar değil, yanlış işlerde itirazlarını yükselten ve bunu “yurtseverlik” görevi olarak kabul eden akademiysen ve öğrencilerdi.
Polisin, bırakın her fakültenin kapısında nöbet tutmasını, üniversite yerleşkesine bile girmesi ancak rektörün iznine tabiydi.
Üniversitelerin idari yapılanmasında akademisyenler kadar öğrencilerde söz sahibiydi.
Üniversite senatolarında öğrenci temsilcileri yer alır ve kararlara katılırlardı.
Ülke sorunlarında araştırmalar yapılır ve bunlar kamuoyu ile paylaşılır, iktidar uyarılırdı.
Böylesine özgür ve demokratik iklimde yetişen gençler bugün hayatın her alanında son derece başarılı birer bürokrat, iş adamı, siyasetçi olarak karşımızdadırlar…
Yargısı teslim alınan, medyası satın alınan, toplumsal muhalefeti polis baskısı ile ezilen ülkemizde üniversitelerin de bu hale getirilmesine şaşırmamak gerekir.
Artık başınızı kumdan çıkarın.
Demokrasi giderek daha da uzaklaşıyor, teslimiyetçi ve terörize edilmiş bir toplum yaratılıyor…
***
Tipe bak tipe…
Türk Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Derneği’nin 6 ilde yaptırdığı bir araştırmaya göre “Türkiye’de tipinden memnun olanların oranı yüzde 88.7 çıkmış”
Ancak ben bunun pek gerçekçi olduğunu sanmıyorum.
Bence insanlar “tipiyle barışık değil…”
Tipiyle barışık olmayan özellikle gençlerde “kendine güvenmeme” zafiyeti vardır.
Tipini beğenmeyenler genellikle yetenekli oldukları alanlarda kendilerini geliştirerek bu zafiyetlerini gidermeyi amaçlarlar.
Araştırmayı okuduktan sonra kendi üzerimde değerlendirme yaptım.
İlk gençlik yıllarımda tipimi beğenmezdim bende.
Yelken kulaklarımdan ve iri burnumdan utanır, kapatmak için ne yapacağımı bilemezdim.
Saçlarımı kırk tarakla şekilden şekle sokar yelken kulaklarımı ve iri burnumu bu yolla izole etmeye çalışırdım, nafile…
Tipimi beğenmediğimden kızlara yaklaşmaya ve onlarla konuşmaya cesaret edemezdim dalga geçerler diye…
Yıllar sonra kulaklarımdaki yelkenlik gitti ve boyumun uzun olması ile de burnumun iriliğini giderdiğimi fark edince kendime müthiş güven geldi.
Öğrendim ki beden ölçülerinde estetik olmak“altın oran” denilen orana sahip olmakmış.
Herkes kendince bir yöntemle beden estetiğini oluşturmaya çalışıyor.
Mesela kadim dostum ve yoldaşım “Hüsnü Şahin de” bedensel olarak altın orana sahip ama bunu her akşam bir ufak rakı içerek sağlamanın yolunu bulmuş…
Eskiden tipini beğenmediğimiz, o günlerde geçerli olan standartların dışına çıkarak farklı saç kesimi olan ya da farklı giysi giyenler için tipsiz derdik ve “ oğlum, sakın savcılığın önünden geçmeyesin valla yakalarlarsa tipsizlikten 6 ay ceza verirler” derdik…
Bazen merak eder, kalabalık meydanlarda gelen geçen erkek, kadın ve çocukları izlerim.
Aynı ülkede yaşamamıza, aynı tarihsel geçmişten gelmemize ve hemen hemen aynı türde beslenmemize rağmen tip olarak müthiş farklılıklarımız var.
81 ili dolaştım…
Hemen her ilde insanları inceledim…
Bu alanda uzman değilim ama tipolojik olarak ortalaması olan bir toplum olduğumuzu sanmıyorum.
Almanya’yı, Rusya’yı, Fransa’yı, İngiltere’yi dolaşırsanız o ülkelerde toplumun tipolojik olarak bir ortalamasının olduğunu görürsünüz.
Ama bize yok.
Sanırım bunda Anadolu’nun yüzyıllar boyunca işgallere uğramasının ve imparatorluk bakiyesi olmasının etkisi oldukça fazladır.
Bizim toplum estetik olarak uyumlu çizgilere sahip değil.
Nitekim araştırmayı yapan hocalardan Prof. Dr. Akın Yücel şöyle diyor:
“Çıkan sonuçlar bize insanımızın güzelliğe büyük önem verdiğini gösterdi.
Ayrıca gördük ki genç kalmak önemseniyor.
En büyük estetik sorun olarak sırasıyla fazla kilolar, kalın bel-göbek gibi bölgesel yağ fazlalıkları ve burun biçimi sıralanıyor”
Yapılan araştırmanın bence en çarpıcı sonuçlarından birisi ise “Trabzon’da kendini yakışıklı ve güzel bulanların oranının yüzde 98,7 olmasıdır.”
***