CHP üzerinde oyunlar oynanıyor
Sosyal demokrasi/Aleviler ve Kürtler
Yerel seçim turnikesine girdik.
Bana göre, CHP açısından yerel seçimde alınacak sonuçlar, genel seçim sonuçlarından daha öncelikli ve daha önemli olmalı.
Çünkü kentte yaşayan 2 milyon kişiye demokrasiyi götüreceksiniz.
Çünkü 5 yılda meydana gelen yaklaşık 5 milyar dolarlık kaynağın yaratacağı hizmetleri 2 milyon kişiye dengeli bir şekilde dağıtacaksınız…
Çünkü en az 200 bin dezavantajlı insana insanca yaşamasını sağlayacak yatırımlar yapacaksınız…
Çünkü 2 milyon insan için özgürlük alanları yaratacaksınız…
Çünkü kentin tarihini, dokusunu, yeşilini, ormanını, suyunu, denizini, sahilini, yaban hayatını koruyacaksınız…
Ve 19 ilçe de yaşayan 2 milyon insana katılımcılık nedir göstereceksiniz…
Bunlar iddialı sosyal demokrat belediyecilik ilkeleridir…
Lakin bu 2 milyon insan içinde “bir elin parmakları kadar sayısı olan” ama parasal gücü bakımından kentin yönetiminde her daim söz sahibi olan “bir grup işadamını” ilgilendiren sadece “belediyenin 5 yılda yaratacağı 5 milyar dolarlık kaynaktır…”
Bu kaynağın önemli bir bölümünü kasalarında görmek istediklerinden seçimi kazanma potansiyeli olan partilerin içine ellerini uzatırlar…
AK Partinin içinde elleri olduğu gibi, CHP’nin içinde de ellerini oynatıp duruyorlar.
Her iki partide ama özellikle CHP’de kendi istedikleri ve önerdikleri kişinin aday olmalarını sağlamak için son günlerde çok hızlı ve güçlü kulisler yürütmeye başladılar.
Büyükşehir için aday olarak önerdikleri ismin dışında, Muratpaşa, Konyaaltı, Döşemealtı ve Kepez içinde kendilerine yakın olan ve “CHP’lilikleri kendilerinden menkul” olan isimleri hem İl Yönetimine, hem Genel Merkez yönetimine üfleyip duruyorlar.
Peki, bu bir avuç işadamının kurdukları oyun nasıl bozulabilir?
Büyükşehir Başkanlığı için CHP “şu aşamada” çok şanslı görünüyor…
Ve bu görev için üç aday var.
Daha öncede yazmıştım; bu üç adayın her biri kentin farklı dinamiklerinin desteğine ve onları harekete geçirecek güce sahipler.
Hangisi aday olarak gösterilirse gösterilsin, diğer iki aday kendileri aday gösterilmiş gibi etkili oldukları dinamikleri harekete geçirir ve parti tabanında çatlaklara yol açacak tartışmalardan zinhar kaçınırlarsa seçimi alma şansları çok yüksek olur.
Böylece oyun kuranların oyunları bozulacaktır…
Keza, ilçelerde aday olarak gösterilecek olanlar ise “temayül yoklaması” ile belirlenmelidir.
Çünkü parti tabanının çoğunluğunun desteğine sahip olan aday, sadece o ilçede seçimi kazanmakla kalmaz, aynı zamanda “büyükşehir için fazladan oy getirecek” çalışmaları yapabilir.
Bu nedenle ilçe belediye başkan adayları, temayülün yanı sıra “büyükşehre fazladan ne kadar oy getireceğine” bakılarak belirlenirse Büyükşehir seçiminde o kadar şanslı olunur.
Eğer CHP İl Yönetimi ve Genel Merkez yetkilileri bu yöntemle ilerlerlerse kentin kaymağını yemeye alışmış bazı soyguncuların CHP içinde kurmaya çalıştıkları oyunlar bozulacaktır.
Ayrıca, CHP’nin İYİ Parti, HDP ve Saadet Partisiyle yürüteceği ittifaklar çok özenle ve dikkatlice yürütülmelidir.
Bu ittifak görüşmelerinde konuşulanlar ve alınan kararlar son derece gizli tutulmalı ve sadece İl Başkanı ile adaylar tarafından bilinmelidir.
Şunu unutmayın; aldığınız her karar ve uzlaştığınız her konu, kentin kaymağını yiyen efendiler ve AK Partili kurmaylarca deforme edilecek ve araya sokulan nifaklarla uzlaşmaları bozmaya çalışacaklardır…
Yukarda belirlemeye çalıştığım bazı çevrelerin CHP üzerinde kurmaya çalıştıkları oyunları bozmak için belediye başkanlıklarına aday olacakların “sosyal demokrat bir donanıma ve dünya görüşüne sahip olmaları gerekir.”
Çünkü CHP’nin sosyal demokrat olmak gibi bir iddiası vardır.
Bu nedenle seçimlere aday adayı olarak başvuracak olanların “hangi kimliği öne aldığına” iyi bakmak gerekir.
Bu partide “Sünni, Sünni olduğu için; Alevi, Alevi olduğu için; Kürt, Kürt olduğu için” siyaset yapıyorsa bugünden tezi yok bu türden olanlarla aranıza mesafe koymazsanız emekçi sınıflar adına siyaset yapanları değerlendiremezseniz, CHP üzerine oyun kuranların da ekmeğine yağ sürersiniz.
Çünkü emekçi sınıflar üzerinden siyaset yapmıyorsanız, başkan seçilseniz bile sonuçta kentin kaymağını yiyenlere teslim olursunuz.
Bu sözümüzü şöyle açıklayalım:
Sınıf kimliği
Toplumların tarihsel süreçlerinde sınıfsal mücadele temel esastır.
Sosyo-ekonomik ve siyasi kimliklerin temelinde “sınıf kimliği” yer alır.
Ne zaman ki çalışanlar, ezilenler “kendiliğinden sınıf olmaktan çıkıp kendisi için sınıf” olurlarsa yani, ait olduğu sınıfın bilinciyle uygun davranış ve söylem geliştirirse, o zaman kendilerini “sınıf kimliği” ile ifade ederler.
Sınıfsal bilinçle siyaset yapanlar, kültürel yaşam kimliklerini, siyasetin yöntemleri olarak değil, sadece “yaşamın zenginliği” olarak ele alırlar.
Temelde “sınıf mücadelesi” söz konusu olduğuna göre, sistemin egemenleri, emeği ile geçinenlerin “sınıf bilincinden” uzaklaşmaları için her türlü “ideolojik mücadeleyi” yaparlar.
Kendinizi Alevi olarak, Kürt olarak, Sünni ve benzeri etnik ve inanç kimliğinizle ifade etmenize izin verirler ama asla emekçi sınıf kimliği ile ifade etmenize izin vermez, anında boğarlar, tıpkı 3. Havaalanı inşaatında çalışan işçiler gibi…
Bu nedenle de sınıfsal kimlik dışındaki her düşünceye ”hoşgörü” ile bakarlar ve bunu da demokrasi diye yutturmaya kalkarlar.
Bu kültürel kimliklerin bazıları sisteme “muhalifmiş” gibi gelebilir.
Hatta gerçekten muhalifte olabilir.
Ancak muhalifliğinin sonunda sistemin yerine koyacağı “yeni” bir şey olmadığından sonuçta kendi kendilerini reddederler.
Alevilik, siyasi değil kültürel kimliktir.
Ortaçağın iktidar mücadelesinde Sünnilere karşı iktidarı kaybettiğinden “halk muhalefeti” olmuştur. Çünkü iktidarın ideolojisi Sünniliktir. Bu yüzyıllarca süregelmiştir.
Halk ideolojisi olduğundan ve iktidara karşı olduğundan ”ilerici” karakteri vardır.
Sanayi devriminin yarattığı işçi sınıfı ideolojisinin “sınıfsal tercihleriyle” uzaktan yakından alakalı değildir.
Ancak ilerici karakteri, yüzyıllarca süren katliamlara maruz kalmaları sonunda “iktidara karşı olan her yeni oluşumun yanında yer almışlardır.”
Osmanlıya karşı Atatürk’ün, devlet zulmüne ve faşist saldırılara karşıda solcu ve sosyalistlerin yanında durmuşlardır.
Kürtler içinde bundan faklı bir şey söylemek mümkün değil.
Alevilerde olduğu gibi “sınıfsal” temelde olmayan, sadece milli özellikler taşıyan siyasi örgütlenmelerin ve mücadelenin başarılı olamayacağı ortadadır.
Alevilerde ve Kürtlerde, kültürel kimlikle yapılan siyasi örgütlenmeler üstelik “duygusal ayrılığı da” körüklediğinden, hem halkçı bütünlük için, hem de sınıfsal mücadele için tehlikelidir.
Bu nedenlerle sosyal demokrat partiler, “kültürel ve milli kimlikler” üzerinden değil, sınıfsal çıkarlar üzerinden siyasetlerini yapmak zorundadırlar.
Bu siyasi çizgi tutturulursa gerek yerelde gerekse genelde CHP üzerinde oyun kurmaya kalkanlar aradıkları ve istediklerini bulamayacaklardır…
***
Vurgun / talan, yalan/dolan…
12 Eylül askeri darbesi -bugün AK Parti iktidarı ile vardığımız noktaya bakıldığında çok daha iyi görünecektir ki- “toplumsal, siyasal ve ekonomik mühendislikle” çok farklı bir devlet yapısı ve refleksleri boşalmış bir toplum meydana getirmenin miladıdır.
Sorgulayan, hesap soran bir “toplumsal duruşun” yerini;
Hazırcı, köşe dönmeci, “altta kalanın canı çıksın”cı, “gemisini yürüten kaptan”cı, sürekli rant peşinde koşan ve “sınıf atlamak” için her şeyi mubah gören bir “toplumsal duruş” aldı.
Toplumun bu duruşu tüm sınıfları biçimlendirdiği gibi özellikle alt sınıfların her türlü ahlak ve etik anlayışında büyük bir alt-üst oluş yaşattı.
Elbette bu değişimin siyasete yansıması da bu duruşa özgü oldu.
Siyaset; kazanç aracı, rant aracı, köşeyi dönme aracı haline gelmekte gecikmedi.
“Erdoğan’ın ve AKP’nin alternatifi olmadığı için seçmen kerhen de olsa oyunu veriyor…”
“Muhalefete güven yok…”
Gibi sözlere pek kanmayın….
Alt sınıflardaki ahlaki çöküntünün üzerinin kapatılması için uydurulan sözlerdir bunlar…
Ekonomideki derin krizin yarattığı geçim zorluğu ve gelirin dengesiz paylaşımı sonucu alt sınıflarda, bir yandan zenginlik düşmanlığı alıp başını giderken, öte yandan içinde debelendikleri kara yoksulluktan ancak “vurgunla/talanla, yasadışı yollarla, lotaryalarla” kurtulma çabaları öne çıktı.
Elbette ki böyle ortamlarda hırsızlık “ayıp” olmaktan çıkar.
Hatta “en çok çalan, en itibarlı” insan olmaya başlar.
Çalmanın boyutu insanın sosyal statüsüne göre değişiyor.
Birileri ev soyarken, birileri de “ülkeyi” soyup soğana çeviriyor.
Alt tabakada yaşayanların bazıları da hiç olmazsa çocuklarını okutup, önemli bir makama geçerek bu soygun/talana katılmasını ve kendilerini “kurtarmasını” düşlerler.
Bu durumlarda halka doğruları anlatmak giderek imkânsızlaşır.
En akıl almaz yalanlar, hayaller giderek tabulaşır.
Haliyle bu ortamlarda “siyasi partilerde birer yalan makinesine” dönerler.
Liderlerin dün söyledikleriyle bugün söyledikleri yüz seksen derece farklı olsa da halk bunu umursamaz…
İşte bu hale getirilen toplumda seçmenlerin bir kısmı “umutsuzluğa” kapıldığından oy bile kullanmazlar.
Kafalarında “bu soygun ve talan düzeninde yer tutabilmeyi” düşünen diğer seçmenler de, hangi siyasi partinin “ülkeyi selamete” çıkaracağını değil, hangi siyasi partinin iktidara daha yakın olduğunu ve yakın olanlarında hangisinin daha çok vurgun ve talana yatkın olduğuna bakar.
Böyle bir “toplumsal duruşun” olduğu ülkemizde politikacıları hırsızlık, vurgun ve talanla suçlamak onların seçim güçlerini azaltmaz, aksine artırır.
Ortaya koyulan hiçbir yolsuzluk belgesi seçmenlerin bir kısmının ar damarlarını aşıp içine giremez.
12 Eylül sonrası istenilen olmuş ve toplumsal doku bozulmuş, yaratılmak istenen “Türkiye” geç de olsa yaratılmıştır.
Bu sosyal dengesizlik, bu ekonomideki çarpıklık, bu kara yoksulluk eğer kendiliğinden sosyal bir patlamaya dönüşmezse, seks, uyuşturucu, silah ticareti ve yasadışı her türlü işlerin cennetine dönüşmekte gecikmeyecektir.
MHP’nin kader mahkûmlarına(!) af istemesi hiç de tesadüf değildir.
***
Mayası bozuklara dikkat edilmeli
Bizde ekmek kutsaldır.
Çünkü ekmek, nimettir.
Yerdeki ekmek kırıntılarını, çiğnenmesin diye toplayan ve ekmeği çöpe atmanın günah kabul edildiği bir başka toplum yoktur.
Ramazan aylarında en uzun kuyruk, fırınların önünde oluşur.
Bu nedenle olsa gerekir ki, oldu-bitti fırıncıların emeğini, ekmek kadar kutsal kabul ederim bende.
Babamdan biliyorum, fırıncı, sabah namazından önce unu hamur yapmak için ölesiye çalışır.
Hamurun kıvamını tutturmak fırıncının ustalığının göstergesidir.
Hamurun kıvamı, su, tuz ve unun karışım oranı kadar “içine katılan mayanın” miktarı ve “niteliği” tutturulurdu.
Bu nedenle ekmekte kullanılacak “maya” çok önemlidir.
Ekmeğin kalitesi, içine katılan mayanın azlığı, çokluğu ve bir de sağlamlığı ile ölçülür.
Sanırım bu nedenle olsa gerekir ki;
“Kaliteli insanın” ölçüsünü belirlemek için “iyi adamdır, mayası sağlamdır” derler.
Nedir “mayası sağlam” olmak?
Sözünün eri olmak, tabiri caizse “kıvırtmamaktır.”
Bedel ödemenin ne demek olduğunu bilmektir.
“Anamın adı Döndü, bende döndüm” dememektir.
Veeee
Hepsinden önemlisi, “yalan söylememek, olmamış bir şeyi olmuş gibi anlatmamak, insanları aldatmamak, manipülasyon yapmamaktır.”
Bu duruşu gösteremeyenlere “mayası bozukmuş” derler.
Yani yenmez, sofraya konmaz, ancak çöpe de atılmayacağı için bir “yal” içinde itlere yedirilen bozuk ekmekler gibidirler.
İnsana değil, itlere faydaları olur ancak.
Mayası bozuk ekmek nasıl aç itleri doyurursa,
Mayası bozuk insanlarda çevrelerindeki “aç itleri” doyurur.
Yalan- dolanla, iftirayla, yanlış bilgilendirmeyle beynini doldurduğu “aç itleri” etrafa saldırtırlar.
Bizde bir söz vardır:
“Allah, insanları mayası bozukların yalan ve iftiralarından korusun”
Hadi buna bir sözde ben ekleyeyim:
“Aç it rüyasında kendini mezbahada sanırmış.”
***
Neymiş, güya kriz varmış…
Cumhurbaşkanımız kriz falan yoktur, ekonomik bazı sıkıntılarımız var, diyor…
Doğru söylüyor elbette…
17 yılda öylesine müthiş bir ekonomik program uyguladılar ki “2016 yılında İstanbul’da 28 olan dolar milyarderlerinin sayısını bir yılda 36 ya çıkardılar…”
Helal olsun, tarihe geçecek bir başarıdır bu…
Cumhuriyet tarihi boyunca 28 dolar milyarderi ancak yaratmışız ama AK Parti ve Erdoğan’ın uyguladığı ekonomik politikalar sonucunda bir yılda 8 dolar milyarderini çıkarmayı başarmışız…
Bu ekonomik bir mucize değil de nedir…
Krizde bir ülke olsak 8 adet dolar milyarderi çıkarmayı başarabilir miydik?
Sanmıyorum…
Dışarıda ABD’nin, AB’nin döviz baskısı, içerde stokçular ve spekülatörlerin tuzak üstüne tuzak kurması, dövizin yüzde 50, faizin yüzde 26 oranında artmasına neden oluyor ve böylece hayat yüzde 50 daha pahalı hale geliyor ama ekonomik mucizelerimiz sonucunda vız gelip tırıs gidiyorlar…
Kendi İHA’larımızı ve kendi SİHA’larımızı yapıyoruz…
Yakında savaş uçaklarımızı yapacağız…
Atak helikopterini ihraç etmeye bile başladık…
Uzaya mekik göndermemizin eli kulağında zaten…
Savaş gemilerimiz şurada dursun, dünyanın en görünmez denizaltısını yaptık…
Dünyanın en büyük havaalanını yaptık –biraz pahalı oldu ama olsun… bu millete feda olsun-
Bütün bunların sonunda ABD ve AB bizi kıskandıkları için üzerimize geliyorlar…
İstedikleri kadar gelsinler…
Onların doları, avrosu varsa bizim de iman dolu göğsümüz var
Var ama şu CE Ha PE yok mu, Ce Ha Pe…
Bütün müzevirlikler onların başının altından çıkıyor…
Dış mihraklarla birlikte olup bize tuzak kuranların ekmeğine yağ sürüyorlar…
FETÖCÜLERİN ve bölücülerin sığınağı olarak huzurumuzun kaçmasına destek oluyorlar…
Ortada ciddi bir şey yokken “kriz vaaaarrrr” diye bağırarak tellallık yapıyor, yabancı sermayeyi ürkütüyorlar…
Ellerinden şu İş Bankası hisselerini alıp onları “ciyak ciyak” bağırtarak bir ders vermenin zamanı geldi…