ABD ile siyasi krizin temel araştırması
Stratejik ortaklığın hedefleri
Türkiye Cumhuriyeti ile ABD arasında yaşanan siyasi gerilim sanırım önümüzdeki yıllarda da bir biçimiyle sürecektir.
Hep “stratejik ortak” dediğimiz ABD ile hangi stratejide ortaklığımızın olduğunu ne ABD ne de devletimiz net bir şekilde açıklamadı ve halende kimsecikler bilmiyor bu ne idüğü belli olmayan stratejiyi…
Geriye dönersek; Marshall Yardımı denen ekonomik desteğini aldığımız 1950’li yıllardan başlayarak ABD ile birlikte yürüttüğümüz “komünizmle mücadele” bu ortaklığın temel stratejisi oldu.
Çünkü devletimizin tespitlerine göre; Türkiye, yanı başındaki Sovyetler Birliği’nin tehdidi altındaydı.
Ancak 1990 yılında sosyalist sistemlerin çökmesiyle birlikte işbirliği yaptığımız “stratejik hedefler” de ortadan kalktı.
Yani ortaklığın bir hedefi kalmadı…
Bizim “öküz öldü ortaklık bitti” deyip bu birliktelikten ayrılmamız gerekirken, ABD’nin yeni küresel planlarının bir parçası olmayı kabul ettik.
Önümüze yeni stratejik hedef olarak “küresel terörizmi” koydular.
Hemen kabul ettik.
Çünkü bizde, binlerce insanımızı kaybettiğimiz ve ağır mali kayıplara neden olan PKK terörüyle mücadele ediyorduk.
Ancak ABD’nin hedef gösterdiği terörist örgütler, daha önceden kendileri tarafından sosyalist sisteme karşı kurdurdukları El Kaide, Taliban, Müslüman Kardeşler, El Şebab, Hizbullah IŞİD, El Nusra gibi “İslami cihat örgütleriydi.”
İslami karakteri olmayan terör örgütleri ABD’nin stratejik hedefi değildi.
Yeşil Kuşak Projesi ve CIA
2002 yılında AK Parti iktidar olunca işin rengi değişmeye başladı.
Başlangıçta ABD’nin Ortadoğu stratejisi olan “Büyük Ortadoğu Projesi” denen planlamaya dâhil oldu AK Parti.
Hatta bu projenin eş başkanı olmayı kabul etti
Bu büyük bir hataydı.
Çünkü BOP denen planlamanın içinde Türkiye de vardı ve AK Parti iktidarı bunu ya kabul etti, ya da göremedi.
ABD, 1970’li yıllarda yürürlüğe koyduğu “Yeşil Kuşak” Projesinin içine Türkiye’yi de almıştı
Bu Projeye göre,
Geniş halk desteği olan İslamcı bir parti iktidara getirilecek, devlet kurumlarının dönüşümünü de yine İslami karakterli, sivil toplum özelliği öne çıkarılan bir cemaat üstlenecekti.
Bu gerçekleştirildi.
Yeşil Kuşak Projesini ve bu Projenin bir parçası olan BOP planlamasını yürüten ABD’nin Merkezi Haber Alma Örgütü (CIA) FETÖ çetesinin devlette büyük ölçüde dönüşümü sağladığını ama “AK Parti’nin bu dönüşümü yapmaya pek istekli olmadığını” görünce Erdoğan ve AK Parti’ye 17-25 Aralık operasyonu ile “aba altından sopasını” göstermeye kalktı.
İşte ne olduysa o tarihten sonra oldu…
Erdoğan ve AK Parti parçası oldukları BOP projesini terk ederek “kulvar değiştirdi.”
Arap Baharında (!) ABD ile birlikte hareket eden Türkiye, Mısır’daki Sisi darbesinden sonra ABD ile ilişkileri germeye başladı.
Suriye meselesinde bu gerilim daha da ileri safhalara ulaştı.
ABD’nin Suriye ve Ortadoğu’daki stratejisi ile Türkiye’nin geleneksel politikaları arasında çatışma çıkınca ABD ile ilişkilerde gözle görülür bir mücadele başladı.
Bunun sonucunda Rusya ile daha yakınlaşma süreci ve bu süreçte NATO ülkelerinin aksine S400 füzelerinin alınması, buna mukabil ABD’nin F35 leri vermeyi durdurması, Fetullah Gülen’in iadesi, Sarraf Davasında eski Bakan Zafer Çağlayan hakkında ABD’nin tutuklama kararı, Halk Bank’a kesilen ceza, ABD’nin Süleyman Soylu ve Abdulhamit Gül hakkında yaptırım kararı, Türkiye’nin ABD konsolosluğu çalışanı Metin Topuz’u tutuklaması bardağı taşıran son damlalardır.
Trump ve ABD yönetimi kendilerinin her kararına aynı misilleme ile cevap verilmesine alışkın olmadıklarından adeta azgın bir saldırıya geçti.
15 Temmuz ve sonrası
Erdoğan’ın ve AK Partili kurmayların kulvar değiştirmesiyle birlikte, başta Silahlı Kuvvetlerdeki milliyetçi ve Kemalist kadrolar olmak üzere FETÖ çetesinin çeşitli adlardaki operasyonları ile tasfiye ettikleri kadrolar yeniden görev başına getirildiler.
Bu kez Ordu başta olmak üzere devlete, CIA organizasyonları ile yerleştirilen FETÖ kadrolarının tasfiyesi başladı.
Ama bu kolay değildi.
CIA, bu kez daha ağır bir saldırı planladı.
Ordu içinde FETÖ üzerinden örgütledikleri komuta kademesini harekete geçirerek bir askeri darbe ile Erdoğan ve AK Parti’yi iktidardan uzaklaştırmaya kalktı.
Bilindiği gibi 15 Temmuz 2015 Darbe kalkışması yaşandı.
Darbenin püskürtülmesiyle birlikte, uzunca yıllardır devlet ve sivil toplum içinde örgütlenen yüz binlerce CIA iltisaklı FETÖ çete elemanları tasfiye edildi.
İşin kötü yanı; bu tasfiye yapılırken ilan edilen OHAL kapsamında demokrat, aydın, yurtsever insanların da bu kapsama alınarak tasfiye edilmesi, özgürlüklerinin, işlerinin, aşlarının ellerinden alınmasıydı.
Oysa Erdoğan ve AK Partinin CIA iltisaklı FETÖ çetesinin tasfiyesinde bu kadrolardan büyük ölçüde yararlanabilirdi.
Bunun yerine FETÖ ile alakası olmayan “muhalefet” kadroların da tasfiye etmeyi tercih ettiler.
Papaz meselesi
Yaşanan krizin odak noktasında bulunan Papaza gelince:
Daha öncede yazdığım gibi, Papaz meselesi yaşanan tüm sürecin son halkasıdır.
Ancak bana göre en önemli halkası olma özelliği vardır.
ABD, Yeşil Kuşak Projesini hayata geçirmeyi planladığı Türkiye’de işleri sadece FETÖ çetesinin yerli elemanlarına bırakmazdı elbette.
Bu elemanları yönlendiren, örgütleyen yetişmiş yüzlerce CIA kadrolarını da Türkiye’ye çeşitli görevler altında gönderdi.
Benzer operasyonları yaptıkları Ukrayna, Gürcistan, Irak, Mısır, Latin Amerika ülkeleri gibi tüm ülkelerde de aynı yöntemi uygulamıştır.
Öyle sanıyorum ki, Rahip Brunson, FETÖ çetesini örgütlemek ve faaliyetlerini organize etmek için gönderilen CIA elemanlarından biridir.
Belki de en önemlilerindendir.
Bunu bilemeyiz, yargı süreci bittiğinde belgeleriyle her şey ortaya çıkacaktır elbette.
Lakin ABD’nin ısrarla Papazı istemesinin nedeni onun CIA ajanı olması değildir.
Israr etmesi, bir an önce iade edilmesini istemesi “telaşındandır…”
Çünkü Türkiye’nin, Papaza benzer diğer yüzlerce CIA ajanını da tutuklamasından çekinmekte ve benzer bir örneğin yaşanmamasını istemektedir.
Eminim ki, Türkiye İstihbaratı şu anda yüzlerce CIA elemanını gözetim ve kontrol altında tutmaktadır ve bunlar da her an tutuklanabilirler…
İşte ABD’nin Papaz konusundaki ısrarı bundandır sanıyorum.
Bundan sonra ne olmalı…
Trump gibi faşist zihniyetli ve faşist olduğu kadar dengesiz ve kırmızı görmüş tosun gibi Türkiye’ye saldırması, utanmazca tehdit etmesi asla kabul edilemez.
Emperyalizme karşı dünyada ilk savaşlardan birini vermiş bir ülkeyiz…
Ne manda olmayı ne de müstemleke olmayı asla kabul etmemiş, “bağımsızlık benim karakterimdir” diyen Atatürk’ün yanında dik durmuş, özgürlüklerine sonuna kadar sahip çıkmış bir ülkeyiz.
Bu anlamda Erdoğan’ın yaptığı “aynı gemideyiz” çağırısını önemsiyorum…
CIA, FBI, NSA gibi istihbarat servislerinin ve onları besleyen küresel şirketlerin ülkemde cirit atmasını ve kaderimi belirleme çalışmasını asla kabul etmiyorum.
Ülkemizin bu anlamda birliğinin sağlanması için Erdoğan’a büyük sorumluluklar düşmektedir.
O, aynı zamanda Cumhurbaşkanıdır.
Ulusal birliği sağlamak için “aynı gemideyiz” diye çağırı yaparken iç politik manevralardan ve söylemlerden uzaklaşmalıdır.
Örneğin; CHP’ye ve liderine saldırıyı bırakmalı, HDP’ye oy veren 6 milyon insanı tehdit etmemelidir.
Kendisine oy vermeyen yüzde 50’yi ötekileştiren bir dili bıraktığında ve herkesi aynı safta buluşmaya çağırdığında şuna eminim ki; ABD korsanına karşı tüm ulusu arkasında bulacaktır.
Erdoğan şunu unutmamalıdır:
O, ABD emperyalizmine karşı yandaşları ve partisiyle hiçbir şeydir…
Ama bir ulusu arkasına alırsa “çok şey” olur…
Muhalefete zeytin dalı uzatmak, sıkılı yumruğunu muhalefete açmak çok zor değildir…
Kimseyi ötekileştirmeyen, barış ve huzur ikliminin hâkim edildiği bir ortamda ABD ve diğer yabancı ülkelerle yaşanan her türlü zorluğu ve bunun sonucunda zuhur eden ekonomik krizleri hiç zorlanmadan aşacağımıza eminim…
***
Uçuyoruz…
Kenti yöneten her yetkili ağzını açtığında “turizmde altın yılı yaşıyoruz” sözünü hiç eksik etmiyor maşallah…
Neymiş efendim!
14 milyona yakın turisti ağırlıyormuşuz…
Oteller tıklım tıklım olmuş, boş yatak yokmuş…
Turizmcilerle soruyorum, nasıl durum diye…
Verdikleri cevap şu:
“Valla başak çok da içinde dene yok…”
Yani, sözün Türkçesi, “evet turist sayısında tüm zamanlardan ilerdeyiz ama bu sayının bıraktığı para, 2010 yılındaki 8 milyon turistin bıraktığından daha az…”
Niye paralı turist yok diye istatistiklere baktım…
En çok gelen turist Ruslar…
İkinci sırada İranlılar, üçüncü sırada ise Almanya başta olmak üzere AB ülkeleri…
İstatistiklerde Gürcistan ve Bulgaristan’dan gelenlerde yer almış ala onlar turist olmaktan çok çalışmaya gelen parasız yabancılar…
Hadi gelin bu ilk iki sıradaki ülkelerin turistlerinden para çıkarın, çıkarabiliyorsanız…
Turizmi yöneten kurumların yetkililerine “neden bu durumu açıklamıyorsunuz” dediğimde bana, “ya git işine, durup dururken iktidarı karşıma mı alayım” diyorlar…
Yani korkuyorlar…
Hele CNN Turk’te Başkan Türel’in turizmle ilgili yaptığı açıklamaları dinleyince turizmcilerin neden gerçekleri açıklamadıklarını daha iyi anladım.
Türel’in bir sözü var ki inanılır gibi değil.
Aynen şöyle dedi Türel, “Destinasyon kalitesini artıracak projelerin büyük bir kısmını kentimize kazandırdık. Bir kısmını da kazandırmak üzereyiz. Vizyon projelerle çevre kalitesinde 5 yıldızı yakalayacağız…”
Önce şu “destinasyon” kelimesini bir açalım.
Destinasyonun turizm dilindeki anlamı “farklı doğal özellikleri veya çekicilikleri olan ve ziyaretçilerin ilgisini çeken yer” demektir.
Başkan Türel, destinasyon kalitesini yani, turistleri için çekiciliği artıran projeleri Antalya’ya kazandırdığından söz ediyor…
Hani Başkanla aynı kentte yaşamasak bu dediklerine inanacağım ama ne yazık ki aynı kentte yaşıyoruz.
Başkanın bu sözlerini duyunca aldı beni bir merak.
Yahu dedim kendi kendime, Başkan kentimizin çekiciliğini artıracak hangi projeyi hayata geçirdi de ben bunu atladım?
“Konyaaltı” sahil düzenlemesi zaten eskiden de vardı, şimdi biraz daha iyileştirildi.
“Tünektepe” Projesi olduğu yerde duruyor, sadece seyir terası ve cafe var ki, bu daha önce de vardı zaten.
“Kruvaziyer Limanı” meselesini hiç açmayayım…
“Boğa Çayı” Projesi ise dövizin bugünkü kurlarıyla sanırım başka bahara kalır…
“Kent içi ulaşımda” devrim niteliğinde yenilikler yapılarak turistler için cazip hale geldi, desem o da yok…
Yoksa 630 km. lik sahile tespih taneleri gibi dizili duran 5 yıldızlı otellere cazibeyi artıracak alt yapı yatırımları yaptı da bizim mi haberimiz yok…
Allah aşkına, deniz kum, güneş ve antik kentler dışında Başkan Türel’in “destinasyonu artıracak” hangi projesi oldu, biri çıkıp bunu bana anlatsın…
Anlaşılan 14 milyon turistin koltukaltlarımıza takacağı kanatlarla uçacağız(!)
Zaten hep birileri bizleri uçurup duruyor, birde Rus ve İranlı turistler uçursun, ne çıkar ki…
***
Kim yüzsüzlük yapıyor…
Muharrem İnce, paylaştığı twette aynen şunları yazmış.
“Olağanüstü Kurultay için imza verenleri disipline vererek yüzsüzlük yapmayın.
TBMM’yi olağanüstü toplantıya çağıracağınıza Olağanüstü Kurultayı toplayın.
Arkadaşlarımı disiplin kuruluna göndereceğinize YÜREĞİNİZ VARSA BENİ GÖNDERİN…”
Bu paylaşımı okuyunca gerçekten üzüldüm.
CHP gibi koskoca bir çınarın örgütlerinin ve binlerce insanın “bu adamı” cumhurbaşkanı yapmak için gece-gündüz verdiği emeğe acıdım.
Bu adam, çağırı yaptığı için seçim gecesi adliyeye giderek direnen gençlerin nahak yere cezaevinde yatmalarına üzüldüm…
Kendisine iki kez rakip olan Kılıçdaroğlu’nun demokratlık örneği vererek bu adamı cumhurbaşkanı adayı yapmasına üzüldüm.
Parti içi iktidar olma nasıl bir zehirmiş ki bu adamın tüm beynini sarmış.
Ve ülke, dış dünya ile en gergin dönemini yaşarken, ekonomik kriz bırakın kapıyı çalmayı kapıyı kırıp geçmişken ve bu gelişmelere siyasi çözümler ortaya koyup toplumsal tabanda sempati yaratmaya yerine, sen hala kof kabadayılık yaparak “yüreğiniz varsa beni disipline verin” diye kendince posta atmaya kalkıyorsan “senden hiçbir şey olmaz” be kardeşim…
Parti içi muhalefet olmanın adabını bile aşarak uymak zorunda olduğun patinin genel merkez yöneticilerine “yüzsüz” diyerek hitap edebiliyorsan bunun adı muhalefet etmek değil, parti disiplinine uymayarak genel merkez yöneticilerine hakaret etmektir.
Hiçbir siyasi argümanın yok…
Hiçbir siyasi donanımın yok…
Bildiğin sadece kendince efelenmek…
Öyle yüreğiniz varsa/yoksa polemikleriyle bu partiye genel başkan falan da olamazsın zaten…
Bak Muharrem kardeşim…
Kılıçdaroğlu, sen ve senin gibilerin bir adım bile atmaya cesaret edemediği “Adalet Yürüyüşü” için tek başıma yürüyeceğim dedi ama 50 bin kişiyi peşinden sürükledi ve iktidarı günlerce sarstı…
Sense 24 Haziran akşamı 50 bin avukatla YSK’nın önünde olacağım dedin bırak 50 avukatı kendin bile gitmeye cesaret edemedin.
Hanginiz daha yürekliymiş…
Seni, bu hakaretine karşılık gerekli olan Disipline verip bu partiden uzaklaştırmaktır ama Kılıçdaroğlu öylesine efendi, öylesine demokrasiye inançlı ki bunu senin hezeyanların olarak kabul edecek, yapmayacaktır.
Bak Muharrem kardeşim…
Düş bu partinin yakasından…
Yerel seçimler kapıdayken daha fazla mikserlik yapıp kafaları karıştırma…
Ve bu tavrınla AK Parti’nin ekmeğine daha fazla yağ sürme, yeterince sürdün zaten…
Sen, sen ol bu partinin tarihi geçmişiyle ve geleceği ile daha fazla uğraşma…
En iyi ne yap biliyor musun?
Git Yalova’ya bir özel okul aç ve bildiğin işi yap…