Yapamazsın demedik ki…
Menderes Türel, Konyaaltı sahilinin 16 Haziran günü Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından açılacağını söylediği açıklamasında; “yeşil alanı yüzde 30 artırdıklarını 6 bin yeni ağaç diktiklerini, varyantın başından sahil boyunca ücretsiz taşıma yapılacağını, akıllı telefona indirilen bir uygulama ile ailelerin çocuklarını takip etmelerini sağladıklarını, gece 12’den sonra müzik diye hiçbir sesin olmayacağını söyledi.
Aferin Başkan…
Kutluyorum bu güzel işleri yaptığın için.
Ancak bugüne dek yaptığım eleştirilerde “sen bunları yapamazsın, sahili mahvediyorsun” demedim hiçbir yazımda.
Aksine 4 yıl gecikmeli de olsa bu sahili artık bitir, bu halk yaz aylarında sahilde perişan oluyor dedim.
Eh… 130 milyon TL harcanarak bitirildi.
Bitirildi ve açılacak tamam ama bu halkın parasını harcayarak yaptığın sahil düzenlemesinden kimleri nemalandırdığını açıklamıyorsun.
Belediyenin parasını buraya harcıyorsun ve sonrasında bu alana en ufak katkısı olmamış bir aileye “Buyur 8 yıl işlet ve bana da yılda 8,5 milyon TL kira ver” diyorsun…
Niye?
21 Mayıs günü yayımlanan Haftanın Panoramasında şöyle sormuşum.
“Yatırım parası senden çıkıyorsa neden sen işletmiyorsun?
Niye senin yatırımından bir başkası nemalanmaktadır?
Ya da sen işletmeyeceksen, neden her büfeyi ayrı ayrı işletmecilere doğrudan ihale ile kiraya vermiyorsun da işletmecilerle Belediye arasına “hatırlı” birilerini sokup onlara avantadan para kazandırıyorsun?
Ben yapayım sen işlet, 8 yıl boyunca kasanı iyice doldur sonra da bana devret sistemi dünyanın hangi ülkesinin ekonomisinde var?”
Evet, Konyaaltı sahiline yaptıklarına değil, bu yaptıklarından emek harcamayan, mali sorumluluğu olmayan bir aileyi nemalandırmanı eleştiriyorum.
Bu soruların cevaplarını kamuoyuna açıklamadıkça ve makul gerekçeleri ortaya koyamadıkça “belediyenin parası ile kamusal alana yapılan düzenlemenin işletmesini yandaşlara verdiğin” iddiası öylece orada duracaktır.
“Bu olayda kamu yararı nerede?”
Türel, ayrıca yaptığı açıklamada “Başkan Böcek’i eleştirdi” ve Böcek’in sahil ile ilgili protestolara katılmayıp sessiz kalmasını kendisini desteklediği anlamında değerlendirdiğini ancak son yapılan protestolara Başkan Böcek’in de katılmasına “keşke gitmeseydi, bir çuval inciri berbat etti” dedi diye sitem etti
Sen, her türlü baskı ve tehditlere rağmen sahildeki salaş yapıları yıkan ve belediyenin kasasından tek kuruş harcamadan modern bir düzenleme yaptıran Belediye Başkanının elinden sahili al, sonra da neden sessizliğini sürdürmedin diye sitem et.
Böcek’in, sahili para harcamadan “yaptırdığını” ama senin para harcayarak “yaptığını” göz ardı ederek Büyükşehir Meclisinde “Böcek, 300 milyara kiraya verirken ben 8,5 milyon TL ye kiraya verdim” diyerek birde çok başarılı iş yapmışsın gibi Böcek’i töhmet altına sokmaya kalk ve sonra da bir çuval inciri berbat ettin de.
Ortada berbat olmuş bir çuval incir varsa, bu olayda kamu yararı gözetmeden ve belediyenin parası ile birilerine kazanç sağlayanlar berbat etmiştir.
***
CHP sola evrilmelidir
Solculuk; küresel anlamda hâkimiyet kuran neoliberal sistemin; hakça bir bölüşümün ve paylaşımın olduğu demokratik sisteme dönüşmesini sağlamayı, siyasal karar alma süreçlerinde; daha çok sivilleşmeyi, daha çok hak ve özgürlüklerin kazanılmasını ve emekçi politikaların daha çok hayata geçirilmesi için sisteme demokratik araçlarla katılmayı savunmaktır.
Elbette bu görev, ana akım solun temsilcisi olan CHP’nin görevidir.
Ancak CHP’nin 1995-2010 arasında, yukarda yazdığım tanımı hayata geçirecek ideolojik çizgisi yok edilmiştir.
Özellikle merkez sağın;
Liberal ilkeleri ve anlayışı geleneksel ve dinsel muhafazakâr değerlerle harmanlayıp “yeni bir siyaset” anlayış adıyla sahneye sürmesinin yanı sıra;
CHP’nin de emekçi politikalar çizgisinden, laiklik ve cumhuriyetçilik çizgisine kaydırılması, çok ciddi bir yanılsama ve ideolojik mecrasından sapma yaratmıştır.
Bunun sonucunda 1989 seçimlerinde MHP ile ittifak yaparak ancak barajı aşan Refah Partisi, 1995 yılı seçimlerinde 1. Parti olmuş iktidar alternatifi durumuna getirilmiştir.
Böylece sözde sol olan anlayışın mücadelesi, İslamcı değerlerin siyasallaştırıldığı çizgiye “karşı mücadele” noktasına sürüklenmiştir.
Bu sürüklenişin yarattığı solla alakası olmayan ilkeler, solculuk ilkeleriymişçesine parti tabanına dayatılmıştır.
Cumhuriyetçi olmak, ulusalcı olmak, laiklikten yana olmak, Kürt sorununu yok saymak, emekçilere mesafeli durmak, Alevileri sadece Atatürkçü olmalarından dolayı oy deposu olarak kullanmak ve bunların koruyucusu olduğunu iddia eden başta Genel Kurmay olmak üzere “kurulu sistemin” –ki bu sistemin kurucusu 12 Eylül Anayasasıdır- tüm kurumlarıyla birlikte hareket etmek;
1995-2010 arasındaki CHP’nin öncülük ettiği anlayışın parametreleri olmuştur.
Bir zamanlar “sınıf, emek, demokrasi, insan hakları, sendika, demokratik kitle örgütü, artı-değer, üretim, üretim araçları, sosyal politikalar, toprak işleyenin su kullanın, üretim araçlarının özerk yönetimi vs” kavramlarını esas alan solun yerini, cumhuriyet ve laiklik diyen sol(!)” almıştır.
CHP’nin bu yıllarda antiemperyalist niteliği olmayan ulusalcılıkla AB ölçülerindeki burjuva demokrasisi arasında gidip gelmesi, evrenselliğe sırt dönmesi partiyi “statükocu-muhafazakâr” bir çizgiye sürüklemiştir.
Bu öyle bir sürükleniş ki AK Partiye karşı olmak, bu partinin tüm tasarruflarını yok saymak, bu partiyi eleştirmek, İslami her öğeye karşı duruş geliştirmek, adeta solcu olmak için yeterli olma noktasına gelmiştir.
Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkanlığına kadar geçen 15 yıllık sürede CHP hep kendisini AK Parti üzerinden tarif etmiş ve asla “kendisi gibi” olmamıştır.
Şimdi Muharrem İnce’yle beraber halkçı söylemin başlamış olması, seçim bildirgelerinde ülkenin sorunlarına ışık tutacak düşüncelerin ortaya konulması, ekonomik süreçlerle ilgili alternatifler sunması, yoksul ve emeği ile geçinenlere tedrici de olsa destek ve paylaşım imkanlarını anlatması, her ne kadar kalıcı çözüm değilse de Kürt Meselesinin çözümünde daha cesaretli davranması CHP’yi istenilen sol çizgiye getirmemişse de önceki yıllara göre daha çok sempati duyulan parti haline getirmiştir.
Sadece AK Parti ve Erdoğan’a karşı başarılı siyaset üretmek yeterli değildir.
Üretilen siyasetin de sol içerikli olması CHP’yi gerçek anlamda iktidar alternatifi yapacaktır.
***
İnanılmaz bir itiraf
“Adaletli düzeninin kurulmasına biz öncülük edeceğiz…”
Sizce bu sözü kim söylemiş olabilir?
Efendim, duymadım, kim dediniz?
Kılıçdaroğlu mu, dediniz?
Hayır değil…
Akşener söylemiş olabilir mi dediniz?
Hayır, o da değil…
Demirtaş, Karamollaoğlu da değil bu sözü söyleyen…
Hadi merakınızı gidereyim…
Bu sözü iftar programında, AK Parti Genel Başkanı ve cumhurbaşkanı adayı “Tayyip Erdoğan” söyledi.
Şaşırdınız değil mi?
Vallahi ben de kulaklarımla duyduğumda şaşırdım.
Kullandığım aracı yolun sağına çekip doğru mu duydum acaba diye düşündüm…
Böyle bir söz söylemek hem kendisini, hem partisini, hem de 16 yıllık iktidarını yok saymak demektir.
Bu söz bir itiraftır…
“İktidarımız döneminde biz adaletli bir düzen kuramadık” demekten başka bir anlam taşımaz.
Cumhuriyet değerleri, laiklik ve Atatürkçülük refleksleri olan yargı mensuplarını tasfiye edip yerine “FETÖCÜ hâkim ve savcıları ikame eden” düzeni kim kurdu?
O yargıçların ve savcıların Ergenekon ve Balyoz davalarında “ben bu olayın savcısıyım” diyerek kol kanat geren kimdi?
15 Temmuz darbe girişiminden sonra kol kanat gerdiği 4500 hâkim ve savcıyı FETÖCÜ oldukları için tasfiye eden kimdi?
Yargı sisteminde oluşan kadro boşluğunu AK Parti teşkilatlarında görev almış avukatlarla dolduran ve böylece “ihsası rey” ilkesine aykırı kararlarla hukuk garabeti yaratılmasına neden olan kimdi?
Yüksek yargı organlarının yargıçlarını yanına alıp çay toplamaya(!) götürerek onları da “ihsası rey” ilkesine aykırı duruma düşüren kimdi?
Adli yıl açılışında savunma hakkını temsil eden Barolar Birliği Başkanını konuşturmayan ve çıkarılan kanunla da konuşmasını engelleyen kimdi?
Anayasa Mahkemesinin Can Dündar ile ilgili “hak ihlali vardır” kararından sonra “Anayasa Mahkemesinin bu kararına saygı duymuyorum” diyerek aşağılayan kimdi?
Ve tüm bunlardan sonra yargıya olan toplumsal güvenin yüzde 30’larda seyretmesinin müsebbibi kimdi?
Şimdi tüm bunlar yaşanmamış, yargıya olan güvenin yerlerde sürüklenmesinden sorumlu değillermiş gibi “adaletli düzenin kurulmasına biz öncülük edeceğiz” demek 16 yılda yaşanılanları yok saymak demektir.
İrticalen konuşmuşsa sanırım Erdoğan bir an için kendisini muhalefet lideri ve sanki ilk defa iktidara geleceklerini sandı…
Yok, eğer pronterden okuyarak söylediyse o metni yazanı kulağından tutup “sen benimle dalga mı geçiyorsun” diyerek sokağa atmalı…
***
Şu Ce Ha Pe…
İstenildiğinde oluyormuş demek ki…
Erdoğan’ın “eyyy Ce Ha Peee…” diye gönderme yaptığı CHP’nin seçim programında olan 3 konuyu AK Parti ve Erdoğan’ın uygulamaya koyması halkımız açısından çok önemli…
Asgari ücret 700 TL iken CHP çıktı “ben bunu 1500 TL yapacağım” dedi.
AK Parti sözcüleri hemen itiraz ettiler, “yapamazsın o kadar kaynak yok” dediler.
Dediler ama bir süre sonra asgari ücreti 1300 TL olarak açıkladılar…
Emekçiler kazandı…
Yine CHP, “iktidar olursak taşeron işçilerini kadrolu yapacağız” diye açıklama yaptı.
AK Parti sözcüleri “olmaaaz, taşeron sistemini kaldırmak serbest pazar ekonomisine uygun değil” dediler…
Dediler ama hemen arkasından çıkarılan bir KHK ile taşeron işçileri kamu şirketlerinin kadrosuna geçirdiler…
Emekçiler kazandı…
Uzunca bir süredir CHP, “Emeklilere dini bayram öncesinde bir maaş tutarında ikramiye vereceğiz” diye kamuoyuna açıklama yaptı.
AK Parti sözcüleri “o kadar emekliye bu ikramiyeyi verirsek maliyede ciddi açık oluşur. CHP hayal satıyor” dediler…
Dediler ama geçtiğimiz günlerde alınan bir kararla “emeklilere dini bayram öncesi 1000 TL ikramiye” verilmesi kararını aldılar…
Emekliler kazandı…
Geçtiğimiz Perşembe günü AK Parti’ye oy veren bir emekli bir dostuma rastladım.
Bankamatikten yeni ayrılmış elindeki parayı sayıyordu.
“Hayrola…”
“Valla bayram ikramiyemi aldım. Allah şu Ce ha Pe den razı olsun…”
“Niye CHP? Parayı veren AK Parti”
“Ya CHP bunu söylemeseydi valla bizimkiler bunu vermezdi…”
Güldüm ve dostum şöyle devam etti…
“Sana bi’şey diyeyim mi… CHP’nin her vaadini bizimkiler hemen yapıyorlar. Hazır bizimkiler bu kıvamdayken Kılıçdaroğlu çıkıp –evi olmayan emeklilere ev vereceğim- dese ne iyi olur. Valla Reis hemen –hayır biz veriyoruz- der ve TOKİ’ye talimat verir.”
Ayrıldık ve ben yüzümde gülümsemeyle yürürken düşündüm.
Sadece AK Parti iktidarı değil, 1950 den bu yana tüm iktidarlar sermayeden yana oldular.
Sermayenin rahatı için bu halkın sırtından inmediler.
Cebinde ne var ne yok her fırsatta aldılar.
Hep bu halk kemer sıktı, hep bu halk bedel ödedi, hep bu halk soyuldu soğana çevrildi…
Öğretilmiş yokluğa, yoksulluğa alıştırıldı…
Öylesine ki, bin lira ikramiyenin anasının ak sütü gibi hakkı olduğu aklına bile gelmiyor, önce eşeğini kaybedip sonra bulan köylü misali sevindirik oluyorlar…