Vatandaşlar geleceğinden kaygılı
Bindik bir alamete gidiyoruz sonunun ne olacağını bilemediğimiz bir seçime.
Ben hiç bu kadar çeşitliliğin olduğu bir seçim yaşamadım.
Renkli mi renkli, komik mi komik, kaygılı mı kaygılı, gergin mi gergin, mizahı bol mu bol bir seçim daha olmadı şimdiye kadar.
Gazeteci, adaya soru sormak yerine, adayla tartışmaya giriyor ve hatta eleştiriyor…
Belki Reis’ten bir aferin alırım umuduyla “ya sizde meydanlarda diploma diye tutturmuşsunuz, bırakın bu tavrı” diyebilecek kadar ileri gidebiliyor…
Güler misin, kızar mısın?
Milletvekili adayı, aday olmadan önce her gittiği yerde partisinin cumhurbaşkanı adayını öyle bir anlatıyordu ki, sanırsınız 40 yıl beraber yaşamış.
Aday oldu ve şimdi sadece kendisini anlatıyor, cumhurbaşkanı adayı aklına bile gelmiyor.
Güler misiniz, kınar mısınız?
İddialar havada uçuşuyor…
“Sen parti kurmadan önce gidip Pensilvanya’dan icazet aldın…”
“Hayır, böyle bir şey olmadı. İspatlamazsan namertsin…”
“FETÖ için ABD’den usulüne uygun iade talep etmediniz…”
“Hayır, ettik, belgeleri de burada. Gelin inceleyin…”
“Tamam, geliyoruz incelemeye…”
“!!??...”
Meydanlarda bunlar var ama vatandaş çok endişeli…
Ekonomik durumdaki vahamet, korkutucu boyutlarda…
Herkesin dilindeki söz şu:
“Kim kazanırsa kazansın, seçim sonunda faturanın tüm yükünü bize yıkacaklar.”
Haksız da değiller…
Geçmişte yaşanan krizlerde hep böyle oldu.
Seçimden önce bol bol vaat, seçimden sonra kazıkları sıralayıp “hangisini istersiniz” diye sormadılar mı hep?
Parti üyeleri, yandaşlar belki böyle düşünmüyordur ama sade seçmen vatandaşın kafasındaki kaygılar maalesef böyle…
Seçim sonrası ekonomik kriz için uygulanacak acı reçetelerin yanı sıra FETÖ ve PKK terör belası, iç ve dış güvenlik sorunlarının artacağı gibi kaygılarda vatandaşı endişelendiren bir diğer konu.
Daralmış olan özgürlük alanlarının daha da kısıtlanacağı, demokratik hak taleplerinin güvenlik duvarına toslayacağı, kördüğüm olmuş eğitim sisteminde çocuklarının geleceği için kaygılanmaları, adı sağlık reformu olan ama parası olmadığı için bundan faydalanamayacağı gibi endişeler kafalarda dolaşıyor ve hiçbir aday yüreklere su serpecek bir gelecek vaat etmiyor…
İnanın cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ya da parlamenter demokratik sistem tartışmaları okuyan, araştıran, siyasetle ilgilenenlerin dışındaki sade seçmen vatandaşın ne ilgi alanında ne de umurunda.
Onlar aş, iş, ekmek kaygısında.
***
Siyasi gelecekle ilgili analizler
Hadi gelin biraz da sistem tartışmalarında neler konuşuluyor onu irdeleyelim.
Besbelli ki 16 yıllık iktidar süreci Erdoğan ve ekibini ciddi olarak yormuş durumda.
2002 den bu yana tüm genel, yerel seçimleri ve halkoylamalarını hep kazanan Erdoğan ve AK Parti, ilk kez bu seçimde tökezleme ihtimali ile karşı karşıya…
Önceleri sadece yasama için seçim yapılırken bu kez “yasama ve yürütme” için ayrı ayrı seçim yapılacak.
16 yılın yorgunluğu, ağır dış ve iç sorunlar, ekonomide ki sarsıntılar sonucu ilk kez seçim kaybına uğramaları mümkün durumda.
Zaten Erdoğan da “Seçimi kaybedersek B ve C planlarımız hazır” dedi.
Yani ufukta seçim kaybı görünüyor demektir bu.
Görünen o ki, cumhurbaşkanlığı seçimi ilk turda bitmeyecek 8 Temmuz’a sarkacak.
İkinci turda seçimi Erdoğan mı alır, İnce mi alır belli değil.
İnce, ittifakın ve HDP’nin oylarını alır ve kazanır, diyenlerin iyi düşünmesi gerekir.
İYİ Parti ve Saadet Partisi’nin tabanında ömrü hayatında CHP’ye ve CHP’liye oy vermek bir yana, oy vermeyi bile hayal etmeyen muhafazakârlar Erdoğan’a kayabilirler.
Lakin ekonomideki kötü gidişten dolayı hayatın acı yanı kendisine de dokunduğu için ve ayrıca “yahu bak İnce de Müslüman çocuğu, imamın oğlu” diyerek İnce’yi de destekleyebilirler…
Tabii iş sadece cumhurbaşkanını seçmekle bitmiyor.
Bunun bir de TBMM seçimi tarafı var.
Tamam, cumhurbaşkanı çıkaracağı kararnamelerle ülkeyi yönetecek ama Erdoğan seçilir lakin TBMM’de Millet İttifakı çoğunluğu sağlarsa ne olacak?
Erdoğan’ın her kararnamesine karşı hemen bir kanun çıkarırlar ve Erdoğan’ın eli kolu bağlanır kalır.
Bunun tersi de mümkün.
İnce’nin cumhurbaşkanı olması halinde TBMM’de çoğunluğu Cumhur İttifakı alırsa aynı şeyler yine yaşanabilir.
Böyle bir durumda iki şey olabilir.
Ya cumhurbaşkanı Meclis çoğunluğu ile uzlaşarak ülkeyi yönetir, ya da en kısa sürede ülke yeniden seçime sürüklenir.
Bana göre, yürütme ve yasamanın ayrı siyasi güçlerce yönetilmesi toplumsal uzlaşma ve ülkenin sorunlarını çözmede en akılcı yoldur.
Ancak Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olması ve Meclis çoğunluğunu Millet İttifakı’nın alması durumunda “Erdoğan asla uzlaşmaya yönelmez…”
Bunu bilmek için kahin olmaya gerek yok.
Bunun örneklerini 7 Haziran 2015 seçiminden sonra yaşadık.
AK Parti çoğunluğu kaybetmesine rağmen koalisyona yönelmedi ve ülkeyi gerilim sürecine sokarak yeniden seçime yöneldi.
“Oysa 7 Haziran seçiminden sonra AK Parti ve CHP Koalisyon Hükümeti kurulmuş olsaydı bugün yaşanan devasa sorunların büyük bir bölümünü yaşamazdık.”
Ne Suriye sorununda çuvallardık, ne AB üyeliği ile ilgili sorunları yaşardık, ne de bugün karşı karşıya olduğumuz ekonomik kriz böyle derinleşebilirdi.
Ama bir şeyi net söyleyebilirim:
Erdoğan, TBMM’de çoğunluğu kaybederse cumhurbaşkanı da seçilse önümüzde yine erken bir genel seçim var, diyebilirim.
***
“Kör olasın demiyorum…”
Sanatçının dediği gibi;
“Güzel ve yalnız ülkem…”
Vah ki sana vah…
İçeride şahin, dışarıda serçe olan ülkem…
Sana hiç yakışıyor mu?
Kan kırmızıya boyanmış bir haritaya sahip olmak sana da utanç vermiyor mu?
İsrail’in, Gazze’de yakıp yıkmasına ağıtlar yakıp bolca gürültü yaparken; kendi topraklarında taş üstünde taş, gövde üstünde baş bırakmamak senin “şanlı tarihinin” hangi sayfasına sığıyor?
Myanmar’da yapılan katliamlara gözyaşı dökerken, kendi ülkende canlı bombaların hedefinde can verenler için usulden de olsa yas ilan etmemek, tarihindeki hangi merhamet ve aidiyet duygusuna denk düşüyor…
Mısır Adeviye’de faşist Sisi’nin ordusunun yaptığı katliamda ölen kadınlar için meydanlarda Rabia selamı verip yemin ederken, Ankara’da, Diyarbakır’da, Suruç’ta, İstanbul Atatürk Havaalanında katledilenler için “rahmet” bile dilememek inancının hangi ilkesine uyuyor?
Senden olmayan, yandaşlığı kabul etmeyip demokrasi onurunu koruyanlara açlığı, yoksulluğu ve her türlü cezayı reva görürken; elin İsraillisine, Rus’una temenna çakmak hangi tür dik duruşluluktur?
Vah ülkem vah…
“Güzel ve yalnız ülkem…”
Ne oldu sana böyle?
Sen ki, “dağlarında tek tek ateşlerin yakıldığı” ülkeydin…
Senin bağrından “gözleri çakmak çakmak, Sarışın bir Kurt” çıkmış, baş eğdirmişti yedi düvele…
O Sarışın Kurt ki, Saray uşaklarını kuyruklarından tuttuğu gibi silkelemiş, dizlerinin bağlarını çözmüştü…
“Yaşasın tam bağımsız Türkiye, kahrolsun emperyalizm” diyerek idam sehpasına tekme atan özgürlük savaşçısı, yiğit devrimcilerin vardı senin…
15-16 Haziran 1970 günlerinde üretimden gelen gücünü kullanarak iktidarları titreten işçi sınıfın vardı bir zamanlar…
Ne oldu sana böyle?
Ehliyetsiz, ufuksuz, bir avuç muhterise nasıl oldu da kendini teslim ediverdin?
Senin özgürlüğün için dağlarda, enkaz altlarında, kimsesizler mezarlığında kefensiz yatan binlerce yiğit insanın onurundan da mı utanmıyorsun artık?
Vah ki vah…
Bir dön de kendine bakıver…
Nasıl parçalanmışsın, nasıl kan revan içerisindesin, nasıl açlıktan nefesin kokar hale gelmiş, nasıl gözlerine bir umutsuzluk oturmuş bir gör, bir gör kendini be…
Nasıl kandırıldığını, nasıl aldatıldığını, nasıl soyulduğunu artık gör…
“Kör olasın demiyorum…
“Kör olma da gör halini…”
Güzel ve yalnız ülkem…
Vah ki sana vah…
***
CHP oyun kuruyor
CHP klasik yapısından ciddi olarak kurtuluyor.
Yıllarca siyasi oyunları izleyen ve oyuna pek girmeyen, geleneksel oyunun dışında bir fazla oy almak için ciddi çaba harcamayan CHP, şimdi proje üreten, ufuk çizen, hayatın her alanına çözümler getirmeye çalışan ve bunları gücü yettiğinde sosyal bir pencereye oturtmaya çalışan parti haline geldi.
Buna bir de katı laiklik anlayışını esneterek muhafazakârların kaygılarını gidermede epeyi mesafe aldığını da eklemek gerekir.
Bütün bu değişimler sonucunda, önceleri sağ partilerin kurduğu oyunun peşinden giderken şimdi “oyun kurmaya” başladı.
Gündemi Erdoğan belirlerken şimdi Kılıçdaroğlu ve İnce belirlemeye başladı.
Bütün bunlar oya dönüşür mü, derseniz buna evet demek çok zor.
Seçmen tercihleri öyle bir seçimle hoop diye değişmez.
Ama bu süreci devam ettirirlerse önümüzdeki seçimlerde bunu başarmaları mümkündür.
Kılıçdaroğlu’nu sevmeyebilirsiniz, beğenmeyebilirsiniz ve hatta ağır şekilde eleştirebilirsiniz, solcuları temizledi diyebilirsiniz ama bu yeni sıçramada hiç kuşku yoktur ki onun payı büyüktür ve bu hakkını da teslim etmek gerekir.
16 Nisan Referandumundan önce başlayan “muhalefeti toparlama” tavrı, Adalet Yürüyüşü ile sürdürüldü.
Bu iki olaydaki “samimiyet” AK Parti dışındaki sağ partilere ve sağ seçmene güven verdi.
Nitekim AK Partinin “İYİ Partiyi seçime sokmama ve HDP’yi de baraj altına sürükleme” şeklindeki seçim stratejisini Kılıçdaroğlu bozdu ve oyunu kendisi kurdu.
15 milletvekili transferi ile İYİ Parti her iki seçime de girme hakkını kazandı.
Geçenlerde de “HDP mutlaka barajı aşıp TBMM’ye girebilmeli” şeklindeki açıklaması da CHP’li seçmenler tarafından “işaret fişeği” olarak kabul edildi.
Yine Saadet Partisi’nin “çatı aday formülüne” sıcak bakmadığı halde doğrudan karşı çıkmayıp bunu Akşener üzerinden işlevsiz hale getirmesi ve böylece Saadet Partisi’ni yanında tutması da bir başka oyun kuruculuk başarısıdır.
Gerek Saadet Partisi’ni yanında tutması, gerek İYİ Parti’yi seçimlere sokar hale getirmesi, gerek İnce’nin adaylığı için toplumda beklenti oluşturacak zamanlamayı iyi ayarlaması ve HDP ile ilgili işaret fişeği gösteriyor ki; “CHP gerçek bir oyun kuruculuk yapmıştır.”
Bu oyun kuruculuğun temelinde “parti çıkarından daha çok ülke çıkarları ve kötü gidişe dur deme çabaları vardır.”
Bu Oyun kuruculuk istenilen sonuca ulaşırsa bundan CHP parti olarak kazançlı çıkmayacaktır ancak siyaseten CHP’nin istediği sonuca ulaşılmış olacaktır.
Bütün hesaplar Erdoğan’ı ve AK Parti’yi ülke yönetiminden uzaklaştırmaya dönüktür.
Bunda başarılı olunacak mı?
Bilmiyorum ama bir şeyi biliyorum.
Bu oyun kuruculuktan sonra Türkiye “güçlü bir muhalefete sahip olacaktır…”