Türel’den siyasi tevazuu…
Geçtiğimiz hafta Türel’in bir sözü yerel havuz medyası tarafından manşetlere taşınmıştı.
Türel şöyle demiş:
“Nefsimizi pas pas etmeliyiz…”
Bu başlığın altında Türel’in konuşmasının bu bölümü şöyle yer almış;
“Belediye Başkanı, milletvekili, meclis üyesi olamadık diye küsersek torunlarımız bunun hesabını bizden sorarlar. Biz makam mevki sevdalısı bir siyasi partinin mensupları olamayız. Siyasetteki nefis mücadelemizi alnımızın akıyla kazanmalıyız. Nefsimizi pas pas edip birbirimizi değil, birbirimizle konuşmalıyız…”
Bu satırları ilk okuduğumda “Türel ne kadarda siyasi tevazuu sahibiymiş” dedim kendi kendime…
Siyasi ve kariyer hırsları pik yapmış birisinin bu sözleri söylemesi karşısında “demek ki Türel’de siyasi hidayete ermiş nihayet” demekten kendimi alamadım.
Gıybet yapmayalım, yüz yüze konuşalım, diyor…
Birlik ve beraberliğimizi pekiştirelim, diyor…
Makam/mevki değil, davamız önemli diyor…
Hırslarımızı ve egolarımızı bir yana bırakalım, Reisin yanında saf duralım, diyor…
Üstelik bu sözleri Reisin telekonferansla katıldığı ve belediyelere “çukurları kapatın” dediği Akdeniz Bölgesi AK Partili Belediye Başkanları toplantısında söylüyor…
Satır aralarını okumayı iyi beceren birisi olduğumdan ister istemez “Türel siyasi tevazuu göstermekten başka hangi niyetle bunları söylemiş olabilir” diye kendi kendime sordum.
Ve sonuçta Türel’in bu konuşmanın tamamını yeniden aday gösterilip, gösterilmeyeceği tartışmaları üzerine yaptığına inanıyorum…
Cümleleri kendi içerisinde ayrı ayrı ele alıp değerlendirdiğimde; acaba Türel, bir kez daha aday gösterilmeyeceğine dönük bazı duyumlar aldığı için mi “bizler için makam/mevki önemli değil” diyor, dedim kendi kendime…
Hele “siyasetteki nefis mücadelemizi alnımızın akıyla kazanmalıyız” sözünü, aday gösterilirsem bunu hak ettiğim içindir ki aday gösterilirim, şeklinde okudum.
Ve Türel, devamında da posta atmaktan kendini alamamış.
“Birbirimizi değil, birbirimizle konuşmalıyız” diyor.
Bu sözlerle “Benim hakkımda sağ/ solda Sarayı’n mahfillerinde çeşitli dedikoduları yaymaktasınız, bunu biliyorum…
Bunu arkamdan değil, diyeceklerinizi varsa gelin yüzüme karşı konuşun,” demiş olabilir, diye düşünüyorum.
Bütün bunlar benim yorumum, yanlış da olabilir…
Ne yaparsın, şeytan durduğu yerde durmuyor ki,
Gelip insanı böyle dürtüveriyor işte…
-------
CHP’de gerilim artıyor…
Geçen hafta “Muhtemel Büyükşehir Başkan adayları” yazımın yayınlandığı gün Hürriyet Gazetesi yazarı Ahmet Hakan’ın da köşesinde “Antalya’nın adayı kesin olarak Muhittin Böcek’tir” diye yazması CHP’de tansiyonu bir anda fırlattı.
Konuyla ilgili görüştüğüm CHP’li kanaat önderleri farklı görüşleri ortaya koydular.
Bir grup “Biz konjonktür partisi değil, kurumsal bir partiyiz.
100 yıllık örgütsel geleneklerimiz var.
Evet, Genel Başkanın görüşleri ve kararlarına saygılıyız ancak bu görüş ve kararlar örgütün görüşleri ve temayülleri alındıktan sonra ortaya konulmalıdır.
Öyle, ben derim sizde tıpış tıpış buna uyarsınız, diye bir geleneğimiz yoktur.
Muhittin Böcek partimizin belediye başkanıdır ve elbette sahipleniriz ancak örgütlerin kararının olması şartıyla…
Bu tavırla sadece Böcek değil, kimi aday olarak belirlerse belirlesinler belediyeyi tıpış tıpış AK Partiye teslim ederler…” şeklinde görüş açıkladı.
Bir diğer grubun görüşleri ise bundan daha farklı.
Diyorlar ki, “Biz partiliyiz, Genel Başkanımız ve Genel Merkezimiz kimi aday gösterirse biz onun arkasında dururuz.
Muhittin Böcek’te diğerleri gibi partimizin belediye başkanıdır, 24 yıldır da başkanlık yaparak bu şehrin gelişmesine katkıları olmuştur.
Belediye başkanı olarak geniş tecrübeye sahiptir.
Adayın kim olduğuna bakmaksızın Büyükşehir Belediyesini AK Parti’nin elinden almalıyız…”
Bir başka grup çok daha başka bir seyirde…
Onlarda diyor ki;
“Türkiye’de ve Antalya’da siyasi bir mücadelenin içindeyiz.
Bu mücadele solun ve sosyal demokrasinin faşizme ve gericiliğe karşı mücadelesidir.
Yerel seçimlere de bu gözle bakmaktayız.
Bu nedenle Büyükşehir Belediyesine aday gösterilecek olan kişinin bu mücadeleyi verecek siyasi tavırda ve yapıda olup olmaması bizim için önemlidir.
Bu anlamda Muhittin Böcek, eğer bu mücadeleyi verecekse elbette destekleriz ancak yıllardır yaptığı belediye başkanlığı sürecine bakıldığında bu inandırıcı gelmemektedir.”
CHP içerisinde yer alan “üyelerin” oluşturduğu belli başlı bu 3 grubun Muhittin Böcek’in adaylığı ile ilgili görüşleri böyle.
Lakin bir de CHP’ye oy veren “seçmen” düzeyindekiler var ki bunlarla yaptığım sohbetlerde ortaya çıkan görüşü şöyle derleyebilirim.
CHP seçmeninin çoğunluğu için adayın ya da adayların kim ya da kimler olacağı oylarını ve tavırlarını çok da etkilemiyor.
Onlar için temel mesele “CHP’li bir adayın seçimi kazanmasıdır”
Hangi adayla bu seçimi alabilirler sizce, diye sorduğumda parti içini çok iyi tanımadıklarını, zaten bununla çok fazlaca ilgilenmediklerini ifade ettiler.
Özetle dedikleri şu:
“Kılıçdaroğlu kimi aday göstereceğini bilir ve bizde ona oy veririz…”
Seçmen açısından Büyükşehir adayının kim olacağı önem kesp etmezken, konunun üyeler bazında daha çok tartışılacağı ve siyaset kazanının daha çok kaynayacağı görülüyor.
-------------
İYİ Parti, henüz eklektik duruyor…
İYİ Parti, ne MHP’deki muhalif hareketten doğmuştur, ne de merkez sağ siyasete olan ihtiyaçtan…
Daha doğru bir deyişle söylersek;
İYİ Parti, MHP’deki demokrasi talepleri ve merkez sağ siyasetteki boşluğun itmesiyle kuruluşunda hız kazanmıştır ama İYİ Partiyi asıl meydana getiren nedenlerin başında “AK Parti’nin, yıpranması, Erdoğan’a rağmen heyecanını kaybetmesi, sosyo-politik ve sosyo-ekonomik anlamda artık bu ülkeyi yönetemez duruma gelmesidir.”
Bu anlamda dış ve iç konjonktür, ülkemizin içinde bulunduğu sorunların sarmal haline gelmesi “İYİ Parti’ye kaçınılmaz olarak bir misyon yüklemektedir.”
Nedir bu misyon?
“AK Parti’nin artık bu ülkeyi yönetmemesi için muhalefet birliğinin sağlanmasında CHP ile birlikte -ortak vatan- ilkesinde gerekli olan adımları atması ve kimi kırmızıçizgilerini merkez sağ siyasete göre esnetmesi, diğer muhalefet partilerine dönük olarak ön kabulle değil bu ilke ile yaklaşmasıdır…
Çünkü yaşanılan süreçte İYİ Parti dâhil hiçbir partinin –biz şu siyasetle birlikte olmayız- deme lüksü yoktur.”
2019 Kasım ayında yapılacak Başkanlık Seçimi muhalefetin yenilgisi ile sonuçlanırsa İYİ Parti de en az CHP ve diğer partiler kadar ciddi sorumluluk altına girecektir.
Elbette bu anlamda diğer partilere göre İYİ Parti daha büyük bir sıkıntı yaşayacaktır.
Çünkü bu partiyi kuranlar ve üyeleri henüz gerçek anlamda “İYİ Partili kimliği” ile değil, geldikleri siyasi partinin kimliği ile düşünmeleri bu sıkıntıların en temelidir.
Bu nedenle henüz eklektik bir birliktelik yaşamaktadırlar.
Hemen her üye ülke ve kent sorunlarında geldikleri partinin reflekslerine göre düşünmekte ve ona göre tavır almaktadırlar.
Bu son derece doğaldır da…
Süreç içerisinde bunu da aşacaklardır.
Ve bunu aşmada kurucu kadrolara büyük görevler düşmektedir.
Bu noktada başarı, “İYİ Parti’nin Türkiye için bir hikâyesinin olmasına bağlıdır.”
Demokrat Parti, Adalet Partisi, Anavatan Partisi süreçlerini iyi incelemeleri ve bunlardan kendilerine bir hikâye çıkarmaları gerekmektedir.
Çünkü kendisine ait olmayan ve kalıcılığı bulunmayan tepki oyları ile bir yere varamaz, iktidar olmak için ciddi bir iddia ortaya koyamazlar.
-----------
Saadet Partisi, “saadetli günler” yaşıyor…
Siyasetteki ittifak gelişmeleri, AK Parti’nin MHP ile yaptığı ittifak ve muhalefetin sancılı bir şekilde ittifak arayışları, bugüne dek “ne dediklerine bakılmayan” Saadet Partisi’ni bir anda “onlar ne diyorlar?” çizgisine getirdi.
Erbakan’ın rahle-i tedrisinde büyüyenlerden birisi olan Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, gelişen bu konjonktürü çok iyi değerlendirdi.
Öncelikle AK Parti’nin yaptığı ittifak teklifini reddederek, muhalefet seçmeninin sempatisi kazandı.
Bununla da kalmayarak AK Parti’nin icraatlarına yönelik “köşeli” denebilecek eleştirileri bombardımanına başlaması hem sempatisini artırdı, hem de rahatlıkla ittifak yapılabilecek bir siyasi yapı durumuna getirdi.
Bu gelişmeler olana dek Saadet Partisi’ni “dinci, gerici” olarak sınıflandıranlar, 1973 yılında CHP ile MSP arasında yapılan koalisyon hükümetinin “yanlış” olduğunu ifade ederlerken, şimdiler de hikmetlerini(!) anlatmaya başladılar.
Erbakan’ın rahle-i tedrisinde büyüyen bir başka siyasetçi olan Tayyip Erdoğan’ın “Milli Görüş gömleğini” çıkarmasına karşılık, Saadet Partisi’nin bırakın bir kolunu bile çıkarmayı, Milli Görüş gömleğini bedenine adeta yapıştırması, AK Parti’ye oy veren yoksul dindarların gözünde “İslamcı geleneğin sahici temsilcisi” algısını güçlendirmiş,
Diğer yandan günlük polemiklerde “sahici olmasa bile sol jargonları” kullanarak iktidarı eleştirmesi yine bu dindar yoksul kesimlerde güçlenmesini sağlamıştır.
Ayrıca bu partinin Antalya İl Başkan Yardımcısı olan “Av. Ali Aktaş’ın ciddi bir takiple ortaya çıkardığı FETÖcülerin by-look iletişimi ile ilgili Mor Beyin uygulamasını ortaya çıkarması ve bunun sonucunda 11 bin tutuklunun serbest kalmasını sağlaması, AK Partili tabanda saygı ve sempati uyandırdı.”
Tüm bu gelişmeler sonucunda Saadet Partisi’nin, AK Parti tabanından önemli miktarda seçmen kazandığını göstermektedir.