Budak’tan mektup var…
CHP Kurultayı yapılalı bir ayı aştı.
Kurultayın sonuçları bakımından kimi çevreler hoşnut, kimileri karamsar, kimileri ise bekle-gör tavrında.
Ben, kurultay sonrası sanki parti içinde bir heyecan dalgasının tavsadığını düşünüyorum.
Özellikle CHP’nin sol kanadı tarafından kurultaydan beklentiler yüksek tutuldu ancak bu beklentilerin yarısı bile gerçekleşmeyince beklentinin yarattığı heyecanda da bir düşüş yaşandı.
Muharrem İnce’nin vurguladığı iki konunun yarattığı heyecan dalgasını ayrı tutarsak, cumhuriyetle hesaplaşması olanlara karşı verilecek mücadelenin “son raundunda” olması gerekenlerden, bulunması gereken vurgulardan yoksun bir kurultay oldu.
Lakin kurultay sonunda oluşan CHP Parti Meclisi’nde yer alan Antalya Milletvekili Çetin Osman Budak’ın, kurultay delegelerine gönderdiği “desteğe teşekkür mektubu,” içeriği bakımından kurultayda yaşanması gereken heyecan dalgasını taşıdığından sizlerle paylaşmaya değer buldum.
İşte Budak’ın mektubunun satır başları;
Önümüzde kritik bir süreç var. Dayanışma içinde tek adam rejiminin tescillenmesine izin vermeyeceğiz. CHP, yurdumuzu AKP karanlığından kurtaracaktır. Ülkemizin, demokrasiyle diktatörlük arasında tercih yapacağı önümüzdeki süreçte büyük bir mücadele için görev aldık. Kurultayda seçilen tüm Parti Meclisi üyelerimiz ve parti yönetiminde görev alan Merkez Yürütme Kurulu üyelerimiz ülkemizin geleceği için bu kritik dönemde görev yapmanın sorumluluğunu tüm varlığıyla taşımaktadır. Emanetiniz namusumuzdur. Bu onur ve inançla hep birlikte karanlığa ışık olacağız. AKP faşizmi karşısında; demokrasiyi, insan haklarını, hakkı, hukuku ve adaleti savunan önder parti olarak, Başkanlık seçimiyle Cumhuriyetimize vurulacak son darbe karşısına tüm varlığımızla çıkmaya her zamankinden daha fazla hazırız Önümüzdeki dönemde tek bir şeye gereksinimimiz var. O da Dayanışma! Mücadele azmimiz, irademiz ve kararlılığımız tamdır. Her CHP'li, Cumhuriyet aşkını bütün görüş ayrılıklarının önünde tutar Başkanlık seçiminde tek adam faşizminin tescillenmesine izin vermeyeceğiz! Partimiz tek bir şey için seferber olacak; Tek adam rejimini yıkmak! Hiç şüphe yok ki biz kazanacağız…
Evet, bu mektupta görülen irade, kararlılık, inanç ve mücadele gücü dikkate değer…
Kurultayın örgütlerde ve seçmenlerde yaratamadığı heyecan, irade, kararlılık ve inanç, eğer bu mektupta yazılanlar yaygınlaştırılırsa, CHP örgütlerine de yansıyabilir…
--------------
Çiftçiye bir parmak bal..!
Cumhurbaşkanı geçen hafta yaptığı konuşmada “çiftçilerin mazot giderinin yarısını devletin karşılayacağını, köye dönüş yapan hayvancılıkla uğraşanlara (her ne kadar Tarım Bakanı Fakıbaba sonradan düzeltme yaptıysa da) 300 koyun verileceğini” müjdeledi.
Bunlar iyi ve güzel destekler ancak Türkiye tarımının içinde bulunduğu içler acısı durum bunun gibi pansumanlarla ayağa kalkacak gibi değil.
Bundan 50 yıl önce öğretmenlerimiz bizlere “Türkiye kendi kendini besleyen 7 ülkeden birisidir” diye öğretirlerdi.
Yani dışarıdan hiçbir tarım ürünü ithalatı yapmaz, aksine fındık, üzüm, incir, pamuk gibi tarım ürünü ihracatı yapan bir ülkeydik.
Ama bu durum ABD’nin “haşhaş üretimimizi yasaklayan” kararı ile değişmeye başladı.
Toprakların miras yoluyla küçülmesi, köyden kente göçün hızlanması, tarım ve hayvancılığa devletin yeterince teşvik vermeyip adeta kendi haline bırakması, tarımsal ilaçlar, gübre ve mazot başta olmak üzere tarımsal girdilerdeki maliyetin her geçen gün yükselmesi ile “bugün kendisini besleyebilen ülke konumundan beslenmek için tarım ürünleri ithalatı yapan ülke konumuna geldik.”
Tarımsal gerilemede ilk ciddi darbeyi, 2000 krizinden kurtulmak için getirttiğimiz “Kemal Derviş’in, şeker ve tütün üretimi ile ilgili kota uygulamasını öngören kanunları” çıkarmasıyla yedik.
Çıkarılan “Tütün Yasası” ile tütün üretimine kota başladı, ithal tütünün önü açıldı.
Sigara fabrikalarının tamamı satıldı, tütün depolama ve işleme merkezleri kapatıldı.
Tütün piyasası yüzde 95 oranında yabancıların eline geçti.
Tütün üreten çiftçi ise tarlasını satıp kente göçtü.
Keza, aynı dönem çıkarılan “Şeker Yasası” ile şeker pancarında taban fiyatı kaldırıldı, fiyat belirleme fabrikaların keyfine bırakıldı.
Pancar üretimine kota dönemi başladı böylece köylü pancar ekemez hale getirildi.
Şeker ithalatının önü açıldı.
“Türkiye, Cargill’in ve kaçak şekerin işgaline uğradı.”
Şimdi bu yasanın eksik bıraktığı “şeker fabrikalarının satılması” (Cargill şirketinin verdiği rapor ile) AK Parti hükümetince gündeme alındı.
Cumhuriyetin kuruluşundan sonra sanayi atılımı ile gerçekleştirilen çimento, dokuma, tütün, demir-çelik fabrikalarından sonra şeker fabrikalarının da satılması “Türkiye’yi ekonomide yabancı işgaline uğratan adımların sonuncusudur.”
Türkiye tarımı ve çiftçilerimiz şeker ve tütün gibi tarımsal sanayinin ve tarım üretiminin ana maddelerinin yabancı tekellere teslim edilmesiyle yediği ağır darbe ile ciddi olarak sarsıldı ama AK Parti’nin 15 yıllık iktidarında tarıma ve hayvancılığa dönük “gizli özelleştirme” politikaları ile yıkıma uğradı.
Tarımda teşvik ve ciddi taban fiyat uygulaması ile çiftçiyi ve tarımı korumak yerine “tarımsal ithalatla çiftçiyi terbiye etme” yolu seçildi.
Mesela 29 Temmuz 2017 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan kararname ile “buğday, nohut, arpa, mısır, pirinç, kuru fasulye, barbunya, börülce ithalatında sıfır gümrük uygulamasına” geçildi.
19 Temmuz 2017 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan kararname ile de “Et ve Süt Kurumu’na sıfır gümrükle et ve canlı hayvan ithalatı yetkisi verildi”
15 yılın sonunda izlenen ithalatçı tarım politikaları sonucunda “çiftçilerin üretim yapamaz duruma gelmeleri sonucu Belçika’nın yüzölçümü kadar olan alanda üretim yapılmıyor.”
Keza nadas alanlarının daraltılması projesinden vazgeçildiği için “Hollanda büyüklüğündeki alanda baklagil üretimi yapılmıyor”
Şimdi mazot bedelinin yarısını devletin vermesi, köyüne dönen çiftçiye 300 koyunun hibe edilmesi, tüm bu yıkımın içinde bir su damlası bile olamayacak bir katkıdır ancak…
------
Belgeler ne diyor?
Başkan Türel, geçen hafta Büyükşehir Meclisi’nde Akdeniz Kent Parkı’nın yıkılarak yerine yapılacak olan “Akdeniz Kültür Sanat Eğlence Yaşam Parkı” ile ilgili bilgi verdi.
Türel, 6 Mart Salı günü gazetemiz Hürses’te de yer alan, konuyla ilgili yaptığı açıklamada “Eğlence ve Yaşam Parkı’nda AVM’nin olmayacağını ve 5 yıl sonra süresi dolacak MİGROS binasının yerinin de yeşil alan olacağını” belirtti.
Bu açıklamayı duyunca beni aldı bir düşünce…
Aklım ve yüreğim Başkana inanmak istiyor ama söz konusu yerin Büyükşehir tarafından yapılan ve “ihale edilen projesi” Başkanın sözlerini pek de doğrulamıyor.
Söz konusu proje ile ilgili tepeden tırnağa söylenecek ve sorgulanacak çok yanlar olmasına rağmen ben sadece bu projede olmayacağı söylenen AVM meselesi ile MİGROS’un yerinin 5 yıl sonrası durumu ile sorgulamamı sınırlandıracağım.
Başkan Türel projede AVM olmayacağını belirtiyor.Oysa söz konusu projede Minicity binası ile arkasındaki minyatür yapıların olduğu alanda “ÇARŞI” kurulacağı belirtilmiş.
“Minicity yapısının yerine -çarşı konseptinde- alışveriş, yeme- içme üniteleri, sinema, restoran gibi fonksiyonları yerine getirecek yapılar söz konusudur.”
Antalya’da bolca örnekleri olan koca kütleli bina tarzındaki AVM’lere benzemeyen ama sonuçta “ticari niteliği” olan üniteler yapılacaktır.
AVM’nin açılımı “alış-veriş merkezi” değil mi?
Buraya AVM yapılamayacak ama “alış-veriş merkezi olacak” demek biraz dalga geçmek gibi geliyor bana…
MİGROS’un bulunduğu bina bu projeye göre 5 yıl sonra –yargı kararı gereğince- yapı kullanım süresi bittiğinden yıkılacak.İhale edilen bu projenin içine MİGROS’un olduğu alan da eklenmiş ve Başkan Türel’de bu alanın “yeşil alan” olacağını iddia ediyor.
Ama ihale edilen proje hiç de öyle olmayacağını söylüyor.
Büyükşehir tarafından yapılan projeye göre; MİGROS, 5 yıl sonra yıkılacak ve “bu alana bir gölet ile bir restoran yapılacak…”
Yani proje incelendiğinde Başkan Türel’in dediği gibi bu alanın yeşil alan olacağını belirten tek bir işaret bile yok.
Bu iki örnekte de görüleceği gibi “Antalya’nın üçüncü büyük yeşil alanı ve aynı zamanda halkın ücretsiz kullanımına açık kamusal alan olan Akdeniz Kent Parkı, mimari ödül almış olan Minicity ve MİGROS yıkılarak kocaman bir TİCARİ ALAN meydana getirilmektedir.”
6 kez imar tadilatı yapılarak yeşil alanda yapı yoğunluğu meydana getirecek bu proje, ciddi kamu zararına neden olacaktır.
------
Sündüs
Paşa Cami’nin müezzini akşam ezanına başlamıştı, Dönerciler Çarşısı’nın köşesini döndüğümde…
Birden durdum, önüme çıkan yaşını kestiremediğim, saçları tarazlanmış çocuğun önüme çıkmasıyla.
“Bir Liran var mı amca?”
“Ne yapacaksın bir lirayı?”
“Açım, karnımı doyuracağım…”
Çoğu zaman geçer giderdim.
Ama “bir çocuk açım” deyince nevrim döner…
“Gel bakalım” dedim ve yandaki dönerciye birlikte girdik.
Gözleri ve yüzü yaşını ele vermiyordu.
“Kaç yaşındasın?”
“Dokuz amca…”
“Adın ne?”
“Sündüs…”
“O nasıl isim öyle…”
Birden sımsıcak güldü
“Amca biz çingeneyiz…”
“Kardeşlerin var mı?”
Sağlıklı parlaklığı olan dişleriyle dürüm dönerinden kocaman bir parça kopardı,
“11 kardeşiz Amca. Abimle beraber işe çıktık, o şimdi karşıdaki bankanın önünde beni izliyor…”
“O da aç mı?”
“hı..hııı…”
Bir paket döner daha hazırlamalarını söyledim…
“Peki, abinle beraber ne iş yapıyorsunuz?”
“Kâğıt topluyorduk ama arabamızın tekerleri kırıldı. Babam da gidin dilenin dedi, bizde dileniyoruz…”
“Çok para toplandın mı?”
“15 liram oldu. Ama yazın kâğıt işine çıkmıyoruz, kardeşlerim çalar ben de oynarım, turistlerden çok paramız olurdu. Yani dilenmiyoruz o zamanlarda.”
Bir elinde kendi dürümü, diğerinde abisinin dürümü olduğu halde çıktık.
Karşıda abim dediği kendisinden biraz apalakça bir çocuk dikkatli gözlerle bize bakıyordu.
“Haydi, Sündüs, git abinin yemeğini de ver, bunu da al,” dedim ve ona 20 lira uzattım…
Alıp almama arasında bir süre tereddüt etti sonra aldı ve hızla dönerek abisinin yanına seğirtti, yırtık ayakkabısını sürükleyerek.
Bir süre arkasından baktım…
Daha o yaşta bilenmiş sezgilerine, hayatın gerçeklerini kabul edişindeki gücüne, dürüstlükle yalancılık, açgözlülükle dostluk arasındaki farkı kavramasına, neşesine ve yaşama heyecanına hayran olmuştum.
İçimi bir öfke kapladı birden…
Yırtık ayakkabılı, 9 yaşında hayata tutunmaya çalışan bir çocuğun yarattığı öfkeydi bu.
Doymuş bir karnı ve cebinde babasına götüreceği parası vardı.
Bu onu mutlu etmeye yetmişti belki ama değiştirilebilecek bir kaderi olduğunu henüz bilmiyordu, lakin ben biliyordum…
Ama bir şeyi daha biliyordum; o çocukların kaderini değiştirebilecek gücümün olmadığını…
Belki de öfkem bundandı…
-----
Bu ciddi bir sorumsuzluktur
Geçen hafta ‘Panorama’da, “Silahlar nasıl kaybolur?” başlığı ile İçişleri Bakanlığı’nın raporunda belirttiği “106 bin silahın kaybolduğu” açıklaması ile ilgili bir yazı yazmıştım.
TSK’nın 5 de birini silahlandıracak miktardaki silahın kaybolduğunun resmi olarak açıklanmasının toplum güvenliğini ciddi olarak tehdit edeceğini belirtmiş ve “15 Temmuz Darbe girişimi sırasında dağıtıldığı iddia edilen silahlarla bir alakasının olup, olmadığının araştırılmasını gerektiğini” belirtmiştim.
CHP, bu konuyla ilgili TBMM’de bir araştırma önergesi verdi.
Lakin bu önerge AK Parti Milletvekilleri’nin oylarıyla reddedildi.
Bu çok ciddi bir sorumsuzluktur.
Bu olay siyasetler üstü bir olaydır…
Muhalefetten böyle bir önerge geldiği için reddetmenin devlet yönetmeyle bir alakası yoktur.
Topluma güven vermek, tehditleri bertaraf etmek devletin görevi değil mi?
Afrin’e, Kandil’e devletin ve toplumun güvenliği nedeniyle askeri operasyonlar yapılmıyor mu?
Peki, 106 bin silahın “kayıp(!)” durumda olması devlet için değilse bile toplum için bir güvenlik sorunu değil mi?
Umarım güncel konuların hay-huyu arasında bu konuda “unutturulmaz” ve ilgili kurumlar bu konuda yeterli çabayı gösterirler…
Ben bu konunun sürekli takipçisi olacağım…