Antalya’da CHP’nin iç dengeleri değişti
CHP’nen eski Genel Başkanı, Antalya Milletvekili Deniz Baykal, hiç kuşkusuz Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli siyasetçilerdendir.
Son 60 yılın siyasi kırılmalarına devletin arka odalarında yaşanan gelişme ve gerginliklere yakın tanık olmuştur.
Ancak çok istemesine rağmen “Türkiye’de siyasetin oyun kuruculuğu” rolünü ve görevini üstlenememiş ama her gelişmede “etkili” olan duruşları olmuştur.
Türkiye’de oyun kurucu olamamıştır ama 2010 yılına kadar Antalya’ya belirleyici olmuş, CHP yönetimlerinin “Baykal iradesi” dışında oluşumuna izin vermemiştir.
“Devrim Kök’ün” İl Başkanlığına kadar geçen süreçte görev yapan il başkanları ve il yönetimleri hep Baykal tarafından belirlenmiştir.
Devrim Kök’ten sonraki dönemde ise, CHP Örgütü “Baykalcılarla, Baykalcı olmayanlar” arasında yaşanan bir mücadeleye sahne olmuş, “Baykalcı olmayan” yapılar örgüt seçimlerinde öne çıkmaya başlamıştır.
Devrim Kök döneminde yerel seçimlerde alınan yenilgi sonrası tabanda meydana gelen tepkiler sonucu Baykalcı yapılanma, “Cavit Arı’nın” seçilmesini sağlayarak, o döneminde etkin hale gelse de, Arı’nın istifası sonrası yaşanan kongrede “Semih Esen’in” İl Başkanı seçilmesiyle birlikte Baykalcı yapılanma yenilgiye uğramıştı.
Aralık ayında yapılacak olan yeni dönem il kongresi süreci şu ana dek yine Baykalcı olarak değerlendirilen yapılanma ile Baykalcı olmayanların karşılıklı hazırlıkları içinde gelişiyordu.
Ancak Baykal’ın ani rahatsızlığı ve sonrasında –hekimlerinin ifadesine göre- yaşam tehlikesi riskini ortaya koyan komplikasyonlar, “Baykal’ın sağlığına kavuşsa bile aktif siyasete bugüne dek yaptığı gibi doğrudan müdahale etmesine izin vermeyecek gibi görünüyor.”
Baykal gibi örgütleyici, öğütleyici, yol gösterici ve oyun kurucu bir önderden yoksun olacak “Baykalcı” yapılanma süreç içinde dağılmaya doğru gidecektir.
Bunun emarelerini bugünden görmek mümkündür.
Baykalcı yapılanma belki bu kongrede bir aday çıkaracaktır ama kongreyi ciddi olarak etkileyecek bir performans gösteremeyeceklerini sanıyorum.
Kongre sürecinde CHP içindeki çizgilerde değişim yaşanacak ve bu değişim de dengeleri yeniden kuran bir sürece sürüklenecek, kartlar yeniden dağıtılacaktır.
Baykalcı yapılanmanın yerini “ulusalcı, Kemalist” özellikler gösteren bir yapılanma alır.
Böyle bir yapılanmanın önderliği kim ya da kimler yapar, bunu süreç içinde göreceğiz.
Diğer yandan; Baykal karşıtlığında bir araya gelen yapılanmada da parçalanma yaşanacaktır.
Baykal karşıtlığındaki yapılanmanın en büyük grubunu “solcular” oluşturmakta olsa da Baykalcı yapılanmada yaşanacak kopmalarla solcu yapılanmadan kopanların bir araya gelerek “ulusalcı/solcu” ittifakı oluşturmaları mümkündür.
Kabaca belirtecek olursak; CHP’de siyaseten üç ayrı siyasi gruplaşama meydana gelebilir.
Giderek zayıflayacak olsa da “Baykalcı” grup, Baykalcı gruptan ayrılanlarla solcu gruptan ayrılanların oluşturacağı “ulusalcı/solcu” grup ve “sol, sosyal demokrat” grup olarak adlandırabiliriz.
Tabii her zaman olduğu gibi bu üç grubun içinde de milletvekilliği, belediye başkanlığı hesabı yapanların oluşturacakları çok sayıda çıkara dayalı “alt grupçuklar” yer alacaktır.
Bütün bunlar ve değişen dengeler, sol grubun “Baykal’a karşı tek adayla seçime gidilmeli” söyleminin yerini artık başka söylemlerin alacağını göstermektedir.
*****
Çavuşoğlu’ndan yerel medya desteği…
Demokratik hayatın en önemli ve ağırlıklı gücü hiç kuşku yoktur ki “basındır…”
Bu gücün kaynağı “toplumu bilgilendirmekten, haberdar etmekten ve yönlendirmekten” gelmektedir.
Yani en önemli “algı yaratma aracıdır…”
Bu nedenle iktidarını sürdürmek isteyen yerel yöneticilerle merkezi hükümetlerin ilk işi “basına el atmak” olmuştur.
Bu el atma iki şekilde cereyan eder.
Ya maddi olanaklar medya kuruluşunun önüne yığılır ve “yandaş” bir yapı oluşturulur,
Ya da devletin tüm olanaklarını kullanarak medya kuruluşunun hayat damarları koparılmaya çalışılır.
Bu işlem yerel basında da yaygın basında da hiç değişmez.
Dışişleri Bakanı Sayın Çavuşoğlu, 2002 yılından bu yana çok başarılı bir grafik çizmiş, önce Avrupa Konseyi Parlamenter Meclis Başkanlığı, daha sonra AB Bakanlığı ve şimdi de Dışişleri Bakanlığı görevlerini bihakkın yerine getiren ender siyasetçilerden birisi olmuştur.
Alanya’da, Yeni Alanya Gazetesi’nin 50. kuruluş yılında yaptığı konuşmada;
“Devletin yerel basınla ne işi olsun da baskısı olsun” dedi.
Sayın Bakanım, sizde iyi biliyorsunuz ki “devletin ve yerel yöneticilerin yerel basınla çok işi vardır.”
Özellikle yerel yöneticilerin “kir izini” sürmek ve bu konularda kamuoyunu bilgilendirmek gibi bir görevinden dolayı “kirlenmiş siyasilerin” her zaman baskı ve saldırılarına maruz kalındığının sayılamayacak kadar örnekleri vardır.
Sayın Bakanın bu sözlerinin devamında “gazeteciliğin etik yanlarına” yönelik söylediklerine ise hak vermemek elde değil.
“Karakterli değilseniz, objektif değilseniz herkes sizi bir yerlere çeker. İkinci sorun ise, yereldeki insanlardır. 'Yok, benim lehime yazacaksın', en çok da başkasının aleyhine yazdırmak vardır. Yerelde çok yaygındır bu hastalık.”
Yandaş ve niyet okuyarak yapılan gazetecilik Sayın Bakanın dediği gibi “karakter sorunu” yaratır ve haliyle objektif habercik yerine vıcık vıcık yağ akan gazetecilik yapılır...
Sayın Çavuşoğlu, konuşmasının son bölümünde ise “objektif gazeteciliğin yapılabilmesinin ancak ekonomik bağımsızlıktan geçtiğini belirterek - Resmi ilandan pay düşük dersen eyvallah anlarım. Objektif olması için ekonomik bağımsızlığını kazanması lazım dersen ona da varım. Gelir arttırıcı başka ne yapabiliriz vergilerle bunun önerilerini getirin değerlendirelim - demesi ise şapka çıkarılacak sözlerdir…
Hadi Antalya ve Alanya Gazeteciler Cemiyetleri, hazır Bakan bunu söylemişken hazırlayın gelir artırıcı önerilerinizi iletin Bakana ve bizlerde bunun takipçisi olalım…
****
Zararı biz mi, Türel mi ödeyecek?
Bu şehir, toplu ulaşımdan çektiği kadar hiçbir şeyden çekmemiştir.
Sadece halk değil, toplu taşıma esnafı da yıllardır sıkıntılı.
Bir türlü bu kentin toplu taşıma sorunu bitmemiş, bitirilememiştir.
En son olayda Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel, 200 yeni otobüs almak için Antalya Büyükşehir Belediye Meclisi’nden 63 milyon TL kredi kullanma yetkisi aldı.
Çoğu insan bu atağı toplu taşıma esnafına gözdağı vermek için yapıldığını sandı.
Ancak otobüsçüler bunun kendileri için tehlike olacağını sezdiklerinden Oda Başkanı Yasin Arslan bir yolunu bulup, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ulaşarak bu durumda mağduriyetlerinin olacağını belirtti ve Cumhurbaşkanı da talimat vererek Türel’e “otobüs alımını durdur” dedi.
Türel’de otobüs alımını durdurduğunu beyan ettiği gibi toplu taşımada odanın istediği uygulamaya uyacağını açıkladı.
Ancak ne olduysa oldu, geçtiğimiz günlerde aniden 15 otobüs peydah oldu ve belediyenin garajına çekildi.
Hemen Türel’den bir açıklama geldi;
“Odanın uygulaması başarılı olduğu takdirde bu otobüsler firmaya iade edilecek ya da başka şehirlere satılacak” dedi.
Aynı gün Oda Başkanı Yasin Arslan da “Başkan Türel’in kendi yanlarında fabrika yetkililerini arayarak başka otobüs göndermemelerini istediğini” söyledi.
Şimdi bu olayda kafama takılan soruları soralım.
Demek ki 15 otobüs geldiğine göre Türel, Büyükşehir Meclisi’ndan aldığı 63 milyon TL kredi yetkisini kullanmış ve firmayla 200 otobüs üzerinden bir anlaşma yapılmış. Çünkü Yasin Arslan’ın dediğine göre Türel, fabrika yetkilisini arayarak “başka otobüs göndermemelerini” istemiş. Yani bu gelenlerin dışında sayısını bilemediğimiz çok sayıda otobüs ya bitirilmiş beklemede ya da montaj bandında…
Hadi diyelim ki bu 15 otobüsü satarak zararı kurtardı ama ya üretim bandında montajı yapılmakta olan diğer otobüsler ne olacak? “Göndermeyin” demekle iş bitmez. Fabrika yapılan anlaşmaya göre hazırlıklarını yapmış ve gerekli tüm malzemelerin ve aksamların siparişlerini vermiştir.
Fabrika yetkilileri “ya Türel bizim arkadaşımız istemiyorsa göndermeyelim” demeyecekler ve Türel’den yapılan anlaşma hükümlerine uymalarını isteyeceklerdir. Ortada fabrikanın zararı söz konusudur ve bu zararı Türel’den talep edeceklerdir.
Türel, kullandığı krediyi otobüsleri satarak ve kalan parayı da denkleştirerek ilgili bankaya geri verebilir ya da Büyükşehir Belediye Meclisi’nden bu yetkiyi başka alanlarda kullanması doğrultusunda karar çıkartabilir ama ya talep edilecek olan fabrika zararı ile kullanılan kredinin faiz ve cezalarının kimler ödeyecek?
Tabii olayın bir de siyasi boyutu var. Partisinin Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı “otobüs alımını durdur” demiş bir kere. Ama bu talimata rağmen Türel, hemen anında müdahale etmemiş ve sonuçta 15 otobüs çıkagelmiş. Türel, bir yandan kredi ve fabrika meselesini çözmeye çalışırken diğer yandan Erdoğan’a hesap vermek zorunda kalmıştır.
Olay bu yazdıklarımdan çok daha grift ve karmaşık bir halde.
Sanırım Büyükşehir Meclisi’nin Kasım ayı toplantısında meclis üyeleri bununla ilgili soruları sorar ve Türel’de kamuoyunu aydınlatacak bilgileri verir diye umuyorum…