Hiçbir yıla böyle sevinçle ve mutlulukla girmemiştik sanırım. 2017’ye girerken, herkes, 2016 gibi ‘lanet’ bir yıldan kurtulmak için can atıyordu.
Gerçekten, can yakıcı bir yıldı 2016…
Nerede patlayacağı belli olmayan bombalar, can aldığı gibi, derin bir korkuyla yaşamaya itti hepimizi. Neredeyse evlere kapandık, terör korkusuyla…
Kanlı bir darbe girişimi yaşadık. Kendi subaylarımız, kendi uçaklarımız ve kendi tanklarımızla ateş açtılar halka. Sokaklar kan gölüne döndü…
Ekonomi, yıllardır gösterdiği büyüme başarısını geride bırakıp küçülmeye başladı. Türk Lirası, tahminlerin ötesinde değer kaybetti. İşsizlik, rekor üzerine rekor kırdı. Başta turizm sektörü olmak üzere, birçok sektör ayakta kalamaz duruma geldi.
Demokrasi rafa kaldırıldı; basın özgürlüğü ayaklar altına alındı. Düşünen, sorgulayan, yazan, çizen her muhalif, kendini demir parmaklıklar arasında buldu.
Dış politikada, mayın tarlasında dolaşmaya başladık. Yanlış politik kararların sonucunda, kendimizi Suriye bataklığında bulduk. Suriye içlerinde 20 kilometre yol gidebilmek için, onlarca şehit verdik. Gençlerimizin Türk bayrağına sarılı tabutları, artık ülke dışından gelmeye başladı. Hem de neredeyse her gün…
Ülkenin üzerinde dolanan kara bulutlar, yüreğimizin de kararmasına, derin bir acı, umutsuzluk ve mutsuzluğun ağırlığı altında yaşamamıza neden oldu.
Böylesi bir yıldan kurtulmanın derin hazzıyla ve umutla başladık 2017’ye…
* * * * *
Melanet yüklü 2016’nın sonlarına doğru, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), insanların evlerine gidip sormuş: “Mutlu musunuz?” Ne yanıt vermiş halkımız vermiş biliyor musunuz, “geçmiş yıllardan daha mutluyuz!” Yanlış okumadınız, halkımızın mutluluğu, 2016 yılında artmış! TÜİK öyle diyor. 2015 yılında halkımızın yüzde 56.6’sı mutluymuş; 2016’da ise, mutluluk katsayımızda fırlama olmuş ve mutlu olduğunu söyleyenlerin oranı yüzde 61.3’e yükselmiş.
TÜİK, sayılarla mı oynuyor dersiniz? Buna gerek kalacağını sanmıyorum. Çünkü, OHAL’le daha da büyütülen ‘korku’, halkın gerçek duygularını saklamasını sağlamış gibi görünüyor. Ne mi demek istiyorum; açıklayayım…
* * * * *
Düşünün… Evinize bir TÜİK görevlisi gelmiş… Devletin görevlisi… Hem de, hakkınızda her şeyi bilen bir kurumdan geliyor. Ve soruyor… “Kamu hizmetlerinden memnun musunuz?” “Adalet, sağlık, eğitim sisteminden memnun musunuz?” “Gelecekten umutlu musunuz?” Nasıl yanıt verirsiniz? Ya yanlış bir yanıt verirsem, başıma bir iş gelir mi diye korkar mısınız? Görünen o ki; halkımızın önemli bir bölümü korkmuş.
Yoksa, örneğin, 360 liranın altında geliriyle ev geçindiren biri, nasıl “mutluyum” der?
Ya da, neredeyse herkesin şikayetçi olduğu, darbe girişiminden sonra binlerce hakim ve savcının görevden atıldığı adalet sisteminden memnuniyetini belirtir?
Nasıl, göz gözü görmez bir karanlıkta kaybolmuş geleceğimizden umutlu olduğunu söyler?
Terör korkusuyla sokağa çıkamayan, nasıl “güvenlik hizmetlerinden pek memnunum” der?
* * * * *
Mutluluktan geçtik, ama bir de böylesine içimize işlemiş bir ‘devlet korkusu’yla yaşıyorsak; derdimizi, çözme makamı olan devlete bile söyleyemiyorsak; işte o zaman karanlıktır yarınımız.
Son söz, Romalı büyük tarihçi Titus Livius’tan gelsin: “Ne kadar az korkarsak, o kadar az tehlikedeyizdir.”