Salı sohbetlerinin bu haftaki konuğu Antalya Barosu eski Başkanı ve Büyükşehir Belediyesi eski meclis üyesi Cengizhan Gököz oldu. Avukat Cengizhan Gököz ile ülke ve Antalya siyasetini konuştuk.
Sizin eski bir Baro başkanı ve avukat olmanın dışında bir siyaset bir de STK şapkanız var. Her ikisinde de aktif rol oynadınız. Bugünkü siyaseti ve bugünkü STK’ları nasıl buluyorsunuz?
Bizim bu bahsettiğiniz konularda oluşan kimliğimiz temelinde hukukçuluk yatıyor. 1971-1975 arasında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okurken, hıfzı Veldet Velidedeoğlu gibi, Hüseyin Nail Kobali gibi, Ceza Hukuku’nda Sahir Erman gibi, İdare Hukuku’nda Sıddık Sami Onar gibi örnekleri çoğaltabiliriz. Böyle hocaların hukuki tedrisatından geçmiş biri olarak bu hassasiyetleri yaşıyorsunuz. Bir de aileden gelen özellikler var. Annemin babası İstiklal Savaşı gazisidir. 9 yıl mücadele etmiş. Ülkenin nasıl kurulduğunu, korunduğuna ilişkin sohbetlerimiz oldu. Hukukçu kimliği ve camiasından da aldığımız görevler var. Baro Başkanlığı görevleri veya diğer görevler gibi. Böyle baktığınız zaman bizim STK’ler ile olan ilişkilerimizin ile siyasetle olan ilişkilerimizin kaçınılmaz bir sonuç olduğunu görüyoruz. Bu arada babamda Serik Belediye Başkanlığı yaptı. Demokrat Parti’nin Serik kurucularından. Böyle bir aileden geliyorsunuz. Dolayısıyla konular sizi hem ülke için hem de kentiniz için bu hassasiyetleri dikkate alma ve ortaya koyma konusunda mecbur bırakıyor. Tabi Baro’da ki görevlerimi ben her zaman siyasetin önünde tuttum. Zaten siyasete girişimde 2004 yılıdır. Bu ne demek? 50 yaşından sonra. O döneme kadar sivil toplumculuk, baro görevlerimizde faaliyetlerimiz oldu. Ama aktif siyasete girişim 50 yaşımdan sonra oldu. Siyasi hayatımızda geçirdiğimiz evreler sizlerin de malumu oldu. Doğru Yol Partisi’nde Muratpaşa Belediye Başkanlığı aday adaylığı sürecinden sonra pek de talep etmediğimiz bir şekilde meclis üyeliği söz konusu oldu. Tabi Baro Başkanlığı dönemimizde ilişki halinde olduğumuz STK’lar, ki Meslek Odaları Eşgüdüm Kurulu Başkanlığı yaptım uzunca bir dönem. Sivil toplumun ve odaların hepsiyle yakın ilişkilerim oldu. Belki ötekisi daha doğru ama ben temsili bizzat kendim yapmayı tercih ettim. Sivil toplumla ilişkilerimde genel sekreterimi göndermedim. Başkan yardımcımı göndermedim. Toplantılara bizatihi kendim katıldım. O dönemde şunu gördüm, Antalya’da Baro çok tanınmıyordu. Hiç ilgisi olmayan terminolojiyle anılıyordu. Bizatihi bizi de gördükten sonra Baro’nun ne olduğu, yargı içinde Baro’nun ne anlama geldiği, savunmanın yargı içindeki önemi bizatihi kendim katılarak gösterdim. Özetleyecek olursak yaptığımız hukukçuluk mesleğinden gelen şey savunma. Savunma refleksi ile yetişmiş bir insanın ülkede ve kente gelen haksızlık olarak gördüğümüz, hukuka aykırı olarak gördüğümüz veya siyasete aykırı gördüğümüz konularda refleks olarak kent adına, kent insanı adına, çevreye karşı, yeşile karşı, hava kirliliği veya doğal hayat savunma sorumluluğu hissediyorsunuz. Şu kadarcık dereyi ele geçirip onun ötesindeki canlıyı yok etme karşısında susmamız mümkün değil. İşte HES dediğimiz şeylerle ilgili temel şeyimiz bu. Biz hiçbir zaman HES yapılmasın demedik. Ama bunların yapılırken ÇED’lerin çok iyi hesap edilmesi lazım. Siyasi baskıyla alınan ‘ÇED gerekli değildir’ raporların itimat edemeyiz. Çünkü bu memlekette yaşıyoruz.
Yargının bağımsız olduğunu düşünüyor musunuz?
15 yıldır ülkeyi yöneten iktidar bizim yaştakilerin değerlendirebileceği özellik arz ediyor. Benim görüşüme göre 1923’te kurulan cumhuriyete ve kurucu Mustafa Kemal’e bizim gibi bakan insanlar değil. Şu anda Türkiye’yi 15 yıldır yöneten siyasi iktidar, cumhuriyeti Osmanlı’ya karşı bir darbe, ondan sonraki dönemi de o darbe sonucu kurulan Atatürk’ün kurduğu cumhuriyetin şu anda kendi kafalarında, dini siyasette kullanmak isteyen anti-laik kafalı, gerici zihniyetin faaliyetlerine karşı bir şey söylendiği zaman bunu da bir vesayet gibi gösteriyorlar. Hatta bunu o kadar ileriye götürdüler ki ben bunu ilgiyle izliyorum, onlara göre yargı veya teftiş kurumları vesayet. Siyasal iktidara bağlı bir belediyenin verdiği kararı İdare Mahkemesi’nin iptal etmesini idari vesayet olduğunu düşünüyorlar. Devlet dedikleri kendi kafalarından yarattıkları vesayet makamı siyasetin işlerine hiç karışmayacak. Başbakan, Belediye Başkanı, neyse o bulunduğu şey onun verdiği kararları yargı denetleyemeyecek. Baktılar bu olmuyor ne yaptılar? O zaman kendi yargımızı kendimiz oluşturalım dediler. Bunun en tipik örneği yapı denetim kurumlarıyla arsa sahipleri arasından ilişki gibidir. Yapı denetim kurumunu kim seçer? Arsa sahibini kim denetler? Parayı denetlenen veriyor. Peki, kim denetliyor? Parayı alan denetliyor. Bakın ekonomik bağımsızlık olmadığı zaman bağımsız karar veremezsiniz. Göbekten bağlı olmaktır bu. Şimdi yargının geldiği durum. Biz 16 Nisan’da onun için bağırdık. Cumhurbaşkanı, başbakan veya siyasi bakanları kim yargılayacak? Anayasa Mahkemesi. Peki, Anayasa Mahkemesi’ni kim seçiyor? Cumhurbaşkanı. Dönelim Danıştay, Yargıtay. Ama en önemlisi HSYK. Şimdi ne oldu? HSK. Yargıdaki yüksek kelimesi dahi rahatsız etti. Neden? ‘Benden yükseği yok, benim partimden yükseği yok’ zihniyeti ile böyle oldu. Dolayısıyla Türkiye’nin bu siyasi ihtilal ile getirildiği yer hukuk devleti veya hukukun üstünlüğü dediğimiz Atatürk’ün kurduğu cumhuriyette en çok önemsediğimiz ama bir türlü başaramadığımız, onu da söyleyeyim; Bu iktidardan öncede tam anlamıyla yargı bağımsızlığını tamamlayamadık. Bağımsız olmayan tarafsız olabilir mi? Getirdik onu da bu hale soktuk. 16 Nisan’da bu iktidar eliyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ilk 4 maddesinde büyük bir operasyon yapılmıştır. İlk dört madde baya baya değiştirilmiştir. Kalan ise bayrak, dil ve başkenttir. Yoksa Türkiye Cumhuriyeti’nin laik, hukuk, sosyal bir devleti niteliği bu dediğim şeyler üzerinden yok edilmiştir.
ATATÜRK BİR FİKİRDİR, BİR İDOLDÜR
Biraz sert ifadeler kullanıyorsunuz. Bunları söylerken endişe duymuyor musunuz?
Sert değil, tespit yapıyorum. Ben yorum yapmıyorum. Hesabını vermeyeceğim bir konuşmayı neden yapayım ki? Geçen günlerde yeni bir devlet kuruyoruz diyen Ayhan Ogan’ın bu cesareti var da, ben bunun yanlış olduğunu söyleme cesaretini mi bulamayacağım? Bilginiz olmadığı bir konuda konuşmazsınız, çekinirsiniz. Acaba yanlış mı söylüyorum? Ben AKP’li cumhurbaşkanı, partili cumhurbaşkanı ifadesini kullandım. Kalksın gelsin bana ‘ben AKP’li değilim’ desin. ‘Ben taraflı değilim’ desin. E zaten kavga buydu. Partili ve taraflı cumhurbaşkanı istiyorlardı. Ben bunu 16 Nisan’dan önce söyledim. Yazılarıma bakın hepsinde var. Bu bir vakadır. Bunda çekinecek bir şey yok. Ben kimsenin kişiliğine, şahsiyetine yönelik bir şey söylemiyorum. Bugün cumhuriyetin kurtuluşuna, bugün ülkeyi yöneten siyasi partinin ağır bir saldırısı altında olduğunu görmüyor muyuz? Yani Lozan’a saldırılırken kimse saldırıldığını zannediyorsunuz? İki sarhoş derken kimin kast edildiğini düşünüyoruz? Dolayısıyla bugün bizlerin ortalama bakış açımızda olan insanların, cumhuriyete ve Atatürk’e saygısı olan insanların, kişilikten de öte benim söylediklerim. Atatürk bir fikirdir. Bir idoldür. Atatürk’ün annesine gelmedi mi olay? Bunları birileri konuşacak ama ben çekineceğim. Orada bilim adamı adı altında, akademisyen adı altında ne derseniz deyin bir sürü kerameti kendinden menkul şeyler çıkıp açıklama yapıyor. Ben şuan da TBB’nde kongre üyesiyim. Avukatlık veya savunma kurumunun olabilecek en büyük görevindeyiz.
HUKUK BİTMEZ
Ülkede adalet yok deniyor. Hukuk yok deniyor. Bakın hukuk, adalet var. Bu kavramlar yok olmaz. Uygulanıyor ama adaletli uygulanmıyor. Hukuka uygun davranılmıyor. Bütün mesele budur. Hukuk bitti deniliyor. Hukuk bitmez. Benzin mi bu!
Biz kurum ve basın olarak hukuksal olmayan işlere karşı bir duruş sergiliyoruz. Yazılar yazıyoruz ama herhangi bir kanuni işlem göremiyoruz. Antalya ile ilgili özellikle.
Ama bunun içinde Vakıf Çiftliği var. Ben şöyle algılarım, bir yere dava açtığımız zaman bu adamın burada bir arazi mi var? Burada arazisi olanları mı savunuyor (Migros açılmasın) diye. Mesela Orhan Tolunay. Onunla beraber yürüteceğiz. Neydi onun kaygısı? Oraya AVM yapılırsa esnaf ölecekti. Kendisi, o açıdan bakıyor. Yani o yaklaşım bana şöyle bir şey yükleyecekti. Baro Başkanı esnafların işleri kaybolmasın diye bir noktaya getirecekti. Hayır dedim Tolunay’a. Kabul etmedim. Git ayrı dava aç dedim. Neden oydu. Oraya bir dava açıyorsunuz, hemen esnaflardan para almış deniliyor. Ben bunu siyasileştirmedim. Orada, altı tane hukuka aykırılık söz konusu. Tapu Kadastro, sit alanı olması, yer altı su kaynaklarının olması vs. biz buradan girdik. Yoksa oraya o AVM yapılırsa Antalya esnafının işi azalacak veya düşecek gibi bir düşünce benim düşüncem değil. O, Orhan Bey’in işiydi. Ha ben çıkarım konuşmam esnasında, bu hukuki mahsurlarının yanında böyle de bir sosyal durumu var, o esnafların yok olması Antalya’da böyle bir şey yaratacak derdim. Ama benim asıl hukukçu olarak oradaki hukuksuzlukları dile getirmem gerekiyor.
YARGI SİYASALLAŞTIRILDI
Siz baro başkanıydınız ve bu davaları açtınız. Peki herkes dava açabilir mi?
Dava açabilmenizle ilgili aktif husumet yetkiniz olması lazım. Bu da idari işlemin uygulanmasından veya o karardan doğrudan menfaatleriniz etkilenmesi lazım. Şu binanın önüne bir bina yapılırsa, dava açabiliyorsunuz. Ama Kepez’deki adam buna dava açamaz. Bir dönem yaşıyoruz bu 15 yıllık süreçte. Bu da yargının siyasallaşması. Yargının siyasal iktidarın emrine girmesi. Bu da yargı siyasal iktidarın her bölümünde cumhurbaşkanı kararnamesi olabilir, başka bir şey olabilir bunlar yargıya gittiği zaman karşılığını göremiyorsunuz. İşte o yargıdaki adam çekiniyor. Esas çekinen davayı açan değil. Davayı açan ne yapıyor? Ümitsizliğe kapılıyor. Çünkü karşıdaki yargıç bağımsız değil. Hani o meşhur laf vardır, Almanya’da hakimler var, Hitlere karşı diye. Anayasa Mahkemesi, temel hak ve özgürlüklerimizi kararlarında koruyamadığı süre içerisinde. Son kararı hatırlıyor musunuz? Etkin iç hukuk yoları tüketilmemeli dedi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bile bazı durumlarda beklemeyin diyor. Adamın özgürlüğü elinden alışmış, iç hukuk yollarını tüketmeyin diyor. Hangi iç hukuk yolu? Bunların atadığı mahkemelerdeki hakimlerin verdiği tutuklama kararları. Öyle bir noktaya geldi ki olay, tutuklama kararını veren hakim tutuklanıyor. Şimdi böyle bir ortamda siz ne yapacaksınız? Avukatın korkusundan bahsetmiyorum. Bu tür davalarda şunu görüyoruz, biz avukata vermiyoruz. Dava onların istediği gibi gidiyor. O davalarda savunma argümanlarınız hepsi dinlenmiyor. 5, 10 tane şeyleri var. İşte Bank Asya’da paran olacak, ByLock olacak, çocuğunu cemaat okullarında okutacak sayabilirsiniz. Anlatıyoruz, diyoruz ki bakın, Bank Asya’da parasının olması başlı başlına terör örgütü üyeliğini anlatmaz. ByLock uygulamasını indirmiş olması, içeriğine bakmadan salt indirmek terör örgütü üyesi olduğunu anlamına gelmez. Adamda bir tanesi var. Çocuk onların yurdunda kalmış. Kadın sohbete katılmış. Bir tek o var. Bunların bir arada olmasına bakın. Adam okulunda okumuş, sohbetine katılmış, imam olmuş, abi-abla olmuş, her şey var adamda. Onlar da dışarıda. Neden dışarıda biliyor musunuz? İtirafçı. Ben sizin isminiz veriyorum. Paçayı kurtarıyoruz. Veya adam hepsini yapmış. Demiş ki 17-25 Aralık’tan önce yaptım. Ondan sonra yapmadım diyor.
Bu şehirde mücadele edip de engelleyebildiğiniz, birkaç tane spesifik örnekleriniz var mı?
Meclis üyeliğim sırasından açtığım pek çok dava var. Bunlar ağırlıklı olarak imar hukukuna ilişkindi. Bunların içinde ne çarpıcı olanı da 100. yıl’daki stadyumdu. Oradaki şey, kasıtlı olarak kamuoyuna yanlış anlatıldı. Dolayısıyla Antalyaspor’un taraftar gruplarına karşı bize karşı husumet besletildi. Biz şunu söylemiştik, alan 1/25 bin ölçekli plana göre aktif spor alanıydı. Şimdi bu stadı yaptırmak için 1/25 bin ölçekli plandaki Büyükşehir’in yetkisindedir. Çekme mesafelerin kaldırarak hastane tarafındaki bölümde, 40 bin metrekare alanı ayırdılar. İmar plan değişikliği yaptılar. Oraya MGA yani Merkezi Gelişme Aksı dediler. Bu ticaret demek. Ve bodrumda kat serbestîsi, blok boyu derinliği aranmaz plan notuyla 300 metre yüksekliğinde katlı bina yapılmasına olanak tanıyan, tamamen inşaat müsaadeli bir plan yapıldı. Biz buna dava açtık. Biz stada dava açmadık. Bu ne demekti? Müteahhitler yaptıkları sözleşmedeki ben sana burayı sonsuz katla veriyoruz. Sende bunları yapacaksın. Sözleşmenin koşulları ortadan kalktı. Bunun üzerine de sonradan gelen belediye başkanı tazminat ödedi vs. size bir örnek vereyim. Lara Balık Evi, ATSO’ya aitti. Oraya dava açtık. O zemin seviyesine getiren baromuzun açtığı davadır. Lara’ya Disneyland yapılacaktı. Onu önledik.
Konyaaltı ile ilgili görüşünüz nedir?
Orası tam bir skandaldır. Konyaaltı’nda dünya çapında bir proje olması lazım. İspanya bunu çok kötü yapan bir ülke. Tabi turizme olan aşinalıklarından dolayı onların aldığı turizmin yarısını alamıyorsunuz. Keza İtalya da öyledir. Yani biz hiçbir şey yapılmasın demiyoruz. Bunun örnekleri vardır. Yani hizmet, oraya şemsiyeyi koyup, ben size şemsiye koydum demek değildir. Bunlar devlet yönetmek, kent yönetmek tecrübe ve ehliyetine sahip bir tavır göstermiyorlar. Bu kent yönetmek vizyonu maalesef yok. Ülke yönetmede de aynı şeyi yaşıyoruz. Ülkenin dış politikasına baktığınız zaman devletler hukukunun asgari elif dediğimiz başındaki kuralları dahi bilmiyorlar. Bu kadar net söylüyorum. Diplomatik kurallarda bir üslup vardır. Bir nezaket vardır. Dolayısıyla oradaki konuşmalarınız o nezakete uymak zorundadır.
TÜRKLÜĞE KARŞI MÜCADELE VAR
MHP ile ilgili görüşünüz nedir?
Ben MHP’nin siyasi gidişini 7 Haziran’a kadar olan ve 7 Haziran’dan sonrası diye değerlendiriyorum. Şuanda siyasal iktidarın en büyük ülke ile ilgili yarattığı sıkıntı Türklüktür. Şu adan Türklüğe karşı büyük bir mücadele var. Şuanda hedef alınan Türklüktür. Daha doğrusu ulus devlettir. Türklerin kurduğu, adını Türklerden alan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne, ulus devlete bir saldırı var. Dolayısıyla 7 Haziran’a kadar olan sürede sayın genel başkanımızın bu konuda gerek cumhurbaşkanına, gerek AKP yöneticilerine söylediği sözler ortada. 7 Haziran akşamı ben yokum, ne iktidardayım, ne de muhalefetteyim sözü Türkiye’de şu anda yaşadığımız olumsuzlukların miladıdır. Yani 16 Nisan tartışmalı referandumuna giden süreçte 15 Temmuz olayının yaşanması da genel başkanımızın siyasetiyle ilişkilidir. O tavır siyasal iktidara bugünküleri yapma, 16 Nisan referandumu ile anayasamızı ve anayasanın ilk 4 maddesini değiştirme imkan ve fırsatı vermiştir. Onun için 7 Haziran’dan sonraki MHP yönetimin siyasetini uygun bulmuyorum. Zaten 3 Kasım seçimi de çok açık ve net bir biçimde yüzde 50 aşağıya düşürmüştür. İktidar partisinin şu anda geldiği noktasını dayanağı ve desteği olmuştur. Bugün gelinen noktada da maalesef partimiz – ki partimiz diyorum ben hala MHP’deyim- yok olmak, baraj altına gitmenin riskini yaşamaktadır.
Buna engel olamıyor musunuz MHP’liler olarak?
Siyasi partiler kanunun değiştirilmesi gerekir. Bugün iktidarın başında bulunan Recep Tayyip Erdoğan ile ana muhalefet partisinin başında duran Kemal Kılıçdaroğlu’nun yönetim anlayışları aşağı yukarı aynı. Süheyl Batum gibi benim çok sevdiğim bir anayasa profesörüne salt silahlı kuvvetlerine, kartondan kaplan dedi diye kapının önüne koydu. Bunlar böyle olacak şeyler değil. Burada dediğimiz gibi eleştiriye açık olmaları gerekiyor.
Şu anda meclis üyesi değilsiniz ama geçmişte meclis üyeliği yaptınız, o dönem nasıl bir muhalefet sergilendi?
Meclisteki gündeme Muratpaşa meclisinden geliyorsa, ilçe; Büyükşehir’den geliyorsa il başkanlığında grup toplantıları yapılır. Partide grup toplantıları yapılarak o meclis gündemi ile grup kararları alınır. Bu çok önemlidir. Biz başladığımız andan itibaren İsmail Erten arkadaşımız Kepez’den geldi. Ben Muratpaşa’dan. Bir kere partide buluşamadık. Dolayısıyla Büyükşehir’e geçtikten sonra 5 kişilik bir grup olduk. Bunlar guruba gelmiyorlar. Meclis gurup kararları sanki benle teşkilat arasında oluyor. O kararlar benim elimde var, ama farklı. Gidiyorsunuz genel bir konu hakkında ben evet diyorum. Arkadan iki kişi hayır diyor. Grup toplantısına gelmiyor adam. AKP ona kancayı atmış zaten. İki gün sonra AKP’ye geçecek. Büyükşehir de iki kişilik grup. Ben A diyorum, o B diyor. İşte buradan siyasal iktidar güç buluyor. Neticeye bakıyor, karşısında birbirinden habersiz, dağınık kişiler. O yüzden istifa ettim. Artık yetti. Benim istifam, kendi ilçe balkanıma, kendi meclis üyelerime olan sitemimdir.
HİZMET AKŞAMDAN SABAHA PLANLANMAZ
O dönemden bu döneme Antalya’nın geleceği açısından yapılan projeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hizmet yok demek nankörlüktür. Menderes Türel veya ekibinin yada bulunduğu siyasi partinin, yol yapma konusunda ellerine su dökülemez. Köprüler, üst geçitler vs. hiçbirine bir diyeceğim genel anlamda yok. Ama bunların çok daha dikkatli yapılması gerekiyor. Şehrin içinde kot olarak adamın 5. kattaki evini 1. Kata düşüren, turizm kentinin görselliğine aykırı, o beton yapılardan kaçınılması lazım. Mesela Belek’e Obama gelecek, yol yetişecek. Expo bitirilecek. Gördünüz, döküldü her tarafı. Hizmet bu zihniyette yapılmamalı. Yapılacaksa, bunlar öyle akşamdan sabah planlanıp yapılmaz. Master planlarınız olur, bunları yaparsınız. Expo’yu gördünüz. Her Serik’e gittiğimizde aklıma geliyor. Disneyland yapacaktınız ya. Alın işte. Yapın Expo’ya mesela.
Turizm başkentiyiz diyoruz ama şehir içindeki kalabalık ve kirlilik nereye kadar gidecek?
O yönetmeliği yapan insanlardan birisiyim ben. Bizim dönemimizde yapıldı. Oylamada biz oradaydık. Maalesef o yönetmelik bizatihi belediyenin kendisi tarafından yapılıyor. Vatandaşın ihlal etmesine gerek yok. Belediye kendi reklamlarını o yönetmeliğe aykırı yapıyor. Bu vatandaşta ayrı bir hareket hakkı doğuruyor. Hak demeyim de cesareti doğuruyor. Maalesef çok büyük bir görsel kirlilik var. Dil kirliliği var. Bunu da çok önemsiyoruz.