Salı Sohbeti’nin bu haftaki konuğu Hürses Gazetesi’nin kurucusu Naci Uğural oldu. 1957 yılında kurduğu gazete Hürses’in kuruluş hikayesini, Antalya’nın değişim sürecini, medyanın dünü, bugünü ve yarınını Naci Uğural ile konuştuk.
Antalya’ya geliş hikayenizden başlayalım isterseniz.
Şimdiki Kalekapısı’nda bulunan tramvay durağının altında bir rakam vardı. Antalya nüfusu 58 bin. Şeklinde. O dönemler herkes birbirini tanırdı, selam verirdi. Öyle bir samimiyet vardı. Ve ben 2, 3 aylık Antalyalı olunca çok geniş bir muhitim oldu. Şaşırdım. Çünkü herkes samimi. Antalya adeta bir ilçe havasındaydı. Sonrasında ise gelişti. Göç dalgası başladı.
Doğu’daki zor şartlardan sonra Antalya’ya gelip, güzelliği görenler dönmediler. İş için gelenler kaldılar, çalıştılar ve bazıları arazi çevirmiş ve bu arsayı parsel parsel satmış ve bugün zengin Antalyalılarından birisi olmuş.
ARSA ÇEVİREN EV YAPIYORDU
O dönem Antalya nasıldı?
Farklı işlerde çalışıyorlarmış ama o zamanlarda buldukları arsayı parselleyip satmışlar. Hatta benimde başımdan böyle bir şey geçti. Ticaret Odası’nda benim eski ustalarımdan Aytekin Usta vardı. Yüksek bina yok o zamanlar. Bana; o dönemki cezaevinin Memurevler tarafının, arka tarafında arazisi varmış. “Sana satayım” burayı dedi. “Kaç para?” dedim, “bin lira” dedi. Gittik, gördük. Orada bir adam ev yapmış oturuyor. Bana dedi ki, “ben burayı evirdim, oturuyorum. Senin buraya gelmen için beni öldürmen lazım.” E tabii ki ben vazgeçtim, ama orayı almak için 1000 lira da para ödemiştim. Ondan sonra bin lira da gitti bizim.
Neden gazete çıkarma kararı aldınız?
Benim 1951 senesinde çok samimi bir arkadaşım vardı Ayvalık’ta. Kabataş Lisesi’ni kazanmıştı. O kadar seviyorduk ki birbirimizi. O gitti diye ben de İstanbul’a gittim. Matbaanın birine işe girdim. Ve matbaanın sahibi ünlü bir ressamdı. O dönem matbaaya meşhurlar falan gelirdi. O dönem çok sevmiştim bu mesleği. Askerden dönünce hemen memleketim olan Ayvalık’ta gazete çıkardım. Öyle başladım. Ağabeyim Elmalı’da mal müdürüydü. Bana mektup yazdı dedi ki: “Burada gazete çıkmıyor, istiyorsan gel gör” Ayvalık’ta bir tane nüsha çıkarabilmiştim. Para yok pul yok tabi o dönem. Çıktım geldim Elmalı’ya. Mustafa Hata diye bir benzinci vardı. Ondan 500 lira para almıştık. O 500 lira ile işe başladım. Korkuteli’nde Cezmi Gürçehre diye bir arkadaşımız vardı. Gazetesi, matbaası vardı. Onunla anlaştık. İyi kötü Elmalı’da hazırlıyoruz, ona gönderiyoruz, o basıp bize geri gönderiyordu. Koltuğumun altına alıyordum ben de gazeteyi; hem dağıtıyor, hem de satıyordum. 1957’nin bir ayında Doktor Memduh Bey diye Verem Savaş Derneği’nin başkanı vardı. O geldi Elmalı’ya. Orada ufacık bir kulübemiz vardı. Ben orada yatıp uyuyordum küçücük bir karyolada. Doktora ‘Antalya’ya gelmek istiyorum, ama imkânım yok’ dedim. Gel sana orada bir yer ayarlayalım dedi. Ben de geldim. O zaman Elmalı’dan Antalya’ya gelmek 1 gün sürüyordu. Önce Korkuteli’ne varıyoruz, oradan Antalya’ya gelebiliyoruz. Kötüydü şartlar. Geldim baktım, 150 liraya kirası anlaştık. O zaman matbaa dediğin; küçük bir pedal makinesi ve 3-5 kasa kurşun harfler. Bu yüzden beni çok kişi Elmalılı zanneder.
Peki, gazetenin adı o zaman da Hürses miydi?
Hayır. Elmalı Postası’ydı.
Antalya’ya gelirken kapattınız mı o gazeteyi?
Hayır kapatmadım. Geldim Antalya’ya vilayete dilekçe verdim. Emniyet müdürünün yanına gittim. Ayak ayak üstüne atmış ne işin var senin Antalya’da dedi? Ve matbaaya yerleştim. Adını orada değiştirdim. Ayvalık’ta ki ismine döndüm. Ben matbaanın içinde yatıyorum. Çamaşırları Kaleiçi’nde bir kadın yıkıyor, para karşılığı. Öyle başladık.
Aile nerede o zaman?
Babamı 7 yaşında kaybettim zaten. Annem Ayvalık’ta kalmıştı. Bu arada babam din adamıydı. Ayvalık’ın ilk müftüsü. Kara Müftü lakabıyla biliniyordu. Bazı ileri gelen kişilere mal dağıtılıyordu. Bir komisyon kuruyordu babam, o komisyonun başındaydı. Babam öldüğünde biz kiradaydık. Ayvalık’ı dağıtmış babam. Zeytinler, tarlalar, yerler hepsini babam dağıtmış ama kendine asla tenezzül etmemiş. Ve ben bununla gurur duyuyorum. Annem tarafından bir şeyler vardı o kadar. Hatta babam, Atatürk’ten sonra ilk şapkayı giyen din adamıymış.
Elmalı Postası şimdi çıkmıyor değil mi?
Hayır. Sonra orada kahvecilik yapan Rasim Ağabey diye tanınan bir adam ikinci bir gazete çıkarıyor yıllarca. O ölünce biraz daha devam etmeye çalıştılar ama kapattılar.
Kaç gazete vardı Antalya’da o zamanlar?
3 gazete vardı. Hürses ile gazete sayısı dörde çıktı. İlk önce Antalya gazetesi, sonra Şelale Gazetesi, sonra İleri Gazetesi ve sonra da Hürses. O dönem gazetecilerden bir tanesi benim geleceğimi duyunca, ‘pamuk tarlasında beyaz köpeğin ne işi var’ diye konuşmuş.
4 gazete arasında ki ilişkiler nasıldı?
Çok iyi zamanlar da oldu, çok kötü zamanlar da oldu. Birbirimiz hakkında çok ağır yazılar da yazdığımız oluyordu, destek verdiğimizde.
O dönemin geliri yine resmi ilan mıydı?
Evet, ama karar Ankara’dan gelirdi. Hatta şu ilanları şu gazetelere verin denirdi. Benim telefonum bile yoktu. Basın kartım gelmiş ama telefonum yok, haberim yok. İlanlar hep başka gazetelere gidiyor bize gelmiyor. Bu durumdan dolayı ben valiye açık mektup yazmıştım. Bir gün vali beni çağırttı. Bende ilan verme yetkisi yok dedi. Bu yetkiyi Ankara veriyor dedi.
YASAKLAR DÖNEMİ
Peki 60 darbesine 3 yıl var o zamanlar. Demokrat Parti’nin son yıllarında basın üzerindeki baskısı da çok artmış? Nasıl yazıyordunuz?
O günlerde İsmet İnönü’nün haberine yasak geldi. Sonra bir yasak daha geldi. İsmet İnönü’nün konuşmalarını yazmak da yasak. Hemen ardından ise bu yasağın konuşulması da yasaklandı. Ertesi gün çıkamadık. Gece yarısı sabaha karşı polis gelir ceza verirdi. Bir ara otelde kaldım bu yüzden.
Ne yasakları gelirdi genelde?
İsmet İnönü ile ilgili, hükümet ile ilgili. 1960’da bizim makine ile gazeteyi basıyorduk. O zaman festival başlıyordu. 27 Mayıs günü Altın Portakal. Gazeteyi bastık. Bir gece yarısı dediler ki ihtilal var. Kalktım gece yarısı hemen bastım hazırladım gazeteyi. Vilayette Niyazi Bey diye bir memur vardı. Oy verenler ile ilgilenirdi. Ben tembih ettim bir gün ona. Gün gelecek bunların hesabını vereceksin dedim. Hangi gün dedi bana. O gün gelmeyecek ki dedi. 1 gün evvel. Yani 26 Mayıs günü konuşuyoruz. 27 Mayıs günü ne haber Niyazi dedim? İyiyim sen? Nereden aldın ihtilal haberini dedi. Nereden aldıysam aldım dedim. O günden sonra kayboldu zaten. Ve Antalya’da tek biz o haberi vermiş olduk. Sonra akrabam siyasal müdürü idi. Onun arkadaşı vardı Kamil Demircioğlu. O da vilayette basın ile ilgili bölüme geçti. Onunla aynı evde çamaşır yıkadık. O gelince açtı defterleri baktı ki ben almışım 5 kuruş, öteki gazete almış 10 kuruş, 15 kuruş. O aldı defteri herkese eşit dağıttı. Onun sayesinde bir imkan sahibi olduk.
EŞİMLE GAZETE SAYESİNDE TANIŞTIM
Bu arada bizim matbaanın hemen karşısında bir ev vardı. Evin kızı çok güzeldi. Ben matbaa da yatan bir insanım, işsizim diye bana vermediler o kızı. Ben kapı önünde otururdum kafamı yukarı kaldırırdım. Bir gün gazeteci ağabeyimiz vardı, Nuri Dağtekin. Gelir geçer bana laf atardı ‘Oğlum o boynun yukarı bakmaktan bir gün kopacak’ derdi. Ondan sonra bana kızı o istedi.
Kaç yılında evlendiniz?
1960 yılında.
O dönem Antalya’sını anlatır mısınız? Ticareti, şehri nasıldı?
Ankara’dan misafirimiz gelmişti. Emekli bir subaydı, sigorta da müfettişti. Alanya’ya götürecektik. Alanya’ya sadece taksi ile gidebiliyorduk. Zar zor o zaman Alanya’ya gidebilmiştik. Otobüs falan yoktu o dönemler. Kalekapısı’nda bir tek dolmuş çalışırdı. O da, Memurevleri ve Bahçelievler idi. Bahçelievler o zaman villa gibi evler vardı. Çok güzeldi.
Tabi hepsi imar planı ile değişti.
Antalya’nın o dönemdeki en ünlü aileleri kimlerdi?
Antalya’nın en zengin ailesi Ak’lardı o dönem. Sanıyorum Antalya’da o dönem 10 tane özel araba ya vardı ya da yoktu. Bizim büronun karşısında 5 tane taksisi vardı Hüseyin Ak’ın. Ondan sonra Konuklar vardı. Bileydiler vardı, Mısır’dan Antalya’ya gelmişler. Hatta şöyle de bir şey anlatılırdı; Atatürk gelince, Bileydilerin çiftliğine götürmüşler. Bakmışlar çalışanların çoğu Mısır’dan gelme. Atatürk, neden bunlar burada çalışıyor diye sormuş. Ucuz işçilik karşılığını almış. Atatürk de, onlar ucuz da buradaki adam işsiz ama demiş. Öylece Türklere dönmüş derler.
İlçelerden Antalya’ya gelen insanlar mı bu kentte ticareti hareketlendirdi?
Sanıyorum Batı ilçelerinden gelenler oldu. İş sahası açıldı onların gelmesiyle. Çarşıya çıkardın kimseyi göremezdin. Buradaki en büyük otel Büyük Otel’di. Yani Antalya’da otel yoktu. Vehbi Koç Büyük Otel’i yapana kadar. Özlem Pastanesi açılmıştı ilk olarak.
Dedeman, Işıklar bölgesi nasıldı?
Işıklar Caddesi sadece portakal bahçesiydi.
Şehir nerede bitiyordu?
Sampi Kavşağı diye bilinen yerin arkasında mezbaha vardı. Ufacık evler vardı. Ben şuan orada oturuyorum. 1991 yılında bile portakal bahçesiydi oralar. Onların bir kısmı hala duruyor. Işıklar’a girerken ev yoktu. Kooperatifler kuruldu. İmara açıldı ve hala Işıklar’da birkaç kooperatifin evi duruyor.
60’la 80’li yıllar arasında gazetecilik yapmak daha mı rahattı? Rahat yazabiliyor muydunuz?
İlk zamanlar İleri Gazetesi ile çok kötü ilişkilerimiz oldu. Ben haberi giriyorum. Haberi orada elimle yazıyorum. Milletvekili Rafet Eker Antalya’ya gelmişti. Antalya’da bir gün durduktan sonra Finike’ye gitti. O haberi kovalamıştım. Nuri Dağdekin bir fıkra yazmış benimle ilgili, ben de ertesi gün cevap verdim. Kusura bakmasın, ben bu haberi daktilo değil, elle yazdım diye. Ertesi günü Nuri ağabey bir yazı daha yazdı. Ayağımda kurdele vardı, bir köpek ısırdı onu şeklinde. Daha sonra, gerek İleri Gazetesi’nin sahibi Suphi ağabey’in, hem de Nuri Dağtekin’in, maddi ve manevi yardımını gördüm. Allah rahmet eylesin. Çok faydalarını gördüm. Ağabey, kardeş gibi olduk daha sonra. Hatta ananesi öldüğü zaman rahmetli Suphi Ağabey, Günaydın’ın da muhabiriydim. Cenazeyi sen takip eder misin demişti. Öyle bir yakınlığımız vardı.
TÜREL’E FIKRALAR ANLATIRDIM, GİDEMEZDİ
Menderes Türel, sizinle çalıştı mı hiç?
Menderes Türel, lisede okurken, babası bizim oraya gazete almaya gönderirdi. Ben de o dönem, gençlik fıkraları anlatırdım Menderes Türel’e. Benim fıkraları dinlemeye doyamazdı, bu yüzden de gidemezdi İleri Gazetesi’ne.
Ondan sonra ne oldu?
Gazeteye dönünce, babası sorarmış Menderes Türel’e: Yine Naci Amcanın orada mı kaldın diye…
Siz bu şehirde birçok belediye başkanı gördünüz. Hepsinin de kente hizmeti oldu. Sizce bu şehrin gördüğü en iyi belediye başkanı hangisiydi?
En iyisi Selahattin Tonguç’tu.
80 DARBESİ
O kadar darbe gördünüz, o kadar olaylar yaşadınız. Son yaşadığımız darbe girişimi ile eski darbeleri nasıl kıyalarsınız?
Bana göre son yaşadığımız darbe değil. O ayrı hikâye ama 80 darbesinde Ankara’daydık. Büyük kızımı üniversiteye kayıt ettirmiştik. Arabayla, Antalya’ya dönüyoruz. O zaman Derya’da lise son sınıftaydı. Yolda sık sık kontrol yapıyorlardı. Burdur’a geldik. O gün bizimkiler gazete çıkaramamışlar. İzin yoktu. O zaman Tevfik Günay vardı gazetenin başında. Antalyalı olup Isparta’da yaşayan bir paşa vardı. 30 Ağustos ile ilgili bir yaz yazmış. Bütün gazetelere göndermiş. Biz, Antalya ve bir gazete daha kullanmamışız yazıyı. Hemen emirle aldılar bizi orduevine. Neden yayınlamadınız diye. Yarın bu bina çökerse, hepimiz altında kalırız gibi laflar ediyorlardı. Paşam dedim, siz falanı tanıyor musunuz? Onun çok samimi bir arkadaşı subay, emekli. Çok iyi tanırım dedi. Bizi ona sorun dedim, bizim hangi fikirde olduğumuzu öğrenmek istiyorsanız, bizi ona sorun. Biz teknik imkân olarak çok zor şartlarda çıkıyoruz, arıza nedeniyle çıkamadık dedik. Sonra ertesi gün koyduk yazıyı gazeteye. O şartlar vardı. Hatta bizi istese o gün içeri aldırdı.
15 Temmuz akşamı televizyonda darbe olunuyor denildiğinde ne hissettiniz?
O gün büyük kızımla beraber Rodos’tan Marmaris’e geliyorduk. Bir otelde kalacağız. Damat aradı yer yok. Yani olayın olduğu yerle çok kısa arası Marmaris’te. Dedim ki gelin Fethiye’ye gidelim. Fethiye’ye gittik. Büyük kızım baba İstanbul’da darbe var köprüyü kapatmışlar dedi. Ben sabaha kadar uyumadım, takip ettim olayları kaldığımız otelden, televizyondan.
SEVİLMEYENİ SEVİLİYOR GİBİ GÖSTERİYORLAR
Peki gazeteciliğin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Antalya’da gazetecilik biraz karışık gibi geliyor bana. Bazı yolsuzluk olaylarının olduğuna inanıyorum. Yani haberi doğru olarak vermediklerine inanıyorum. İnsanların, sevmediği bir kişiyi, seviliyor gibi gösterilmeye çalışılıyor olduğunu düşünüyorum. Ve Antalya’yı iyi görmüyorum. Yurt geneline genelince sanırım 15, 20 yıl sonra kağıt üzerinde gazetecilik biter Türkiye’de. Ama yanılabilirim tabii ki.
AVNİ TOLUNAY GELİP ÖZÜR DİLEMİŞTİ
O dönemde ki gazeteciler ve gazete sahipleriyle belediye başkanlarının araları oldukça iyiydi.
Hayır, öyle değil. Ben hariç.
Bu şehirde bugün Gazeteciler Cemiyeti var. Ama tutunabileceğimiz, savunabileceğimiz hiçbir şey yok. Elimizde de hiçbir şey yok. Ama bu şehre baktığınızda öyle başkanlar gelmiş ki hiç birisi gazetecilerin yararını bir şey istememişler. Hep kendilerine hep kendilerine istemişler. Çevre illere baktığınızda birçok gazetecinin yeri var, mülkü var ama Antalya’da bizde olmamış. O dönemlerde hiç kimsenin aklına gelmemiş mi? Merak ettiğim o dönemlerde birlik ve beraberlikte sıkıntılar mı vardı?
Şimdi Avni Tolunay Belediye Başkanıydı. Belediye Başkanı festival davetiyeleri dağıtılıyor ama yerel gazetelere davetiye yok. Ertesi gün manşetimiz Tolunay festivali dün gece sona erdi. Festival süresince Tolunay ve ailesi bol bol et yiyip, keyif çattılar diye. Avni Tolunay çıktı, saat 10 gibi gazeteye geldi. Kapının önüne oturdu, benim kahvemi söyle dedi. Söyledim bende. ‘Ben size bunu yapar mıyım’ dedi. Peki kim yaptı dedim. Selahattin Bey orada. O da başkanlığa oynuyor gibiydi. O yaptı dedi. Ben belediye başkanı olarak davetiye konusunda yetkili değilim dedi. Bunu yapan insanlar var dedi. O yaptı dedi ve özür diledi. Ama ondan sonra böyle özür dileyen falan görmedik.
Peki, gazeteciler olarak birlik yapılmadı mı?
Zaten 4 gazete vardı. Rekabet yoktu. İlk Gazeteciler Cemiyeti 1968’de kuruluyor. Ben de kurucuların arasındayım. O dönemde çeşitli sanatçılar ile paralı konser yapıyorduk. Yer kalmamıştı. İnsanlar geri dönmüştü. Cemiyet’in yıllık balosuydu o.
Günümüzde belediye meclisleri ayda bir toplanıyor. Eskiden yılda 2 defa toplanırdı meclisler. Sizin dönemiz de eleştiriler yapılıyor muydu meclis uygulamalarına yönelik?
Ufak tefek de olsa yapabiliyorduk. Herkesin keyfi yerindeydi. Alıyordu ilanı ne gerekiyorsa onu yazıyordu.